Tom oldukça ısrarlıydı.
- Tom was quite insistent.
O, ısrarlı bir sesle erkek kardeşinin mektubu teslim etmesini istedi ve öldü.
- In an insistent voice, he asked his brother to hand over the letter and he died.
Hollanda'da bir çocuk kurabiye istemek konusunda fazla ısrarcı davranıyorsa cezalandırılabilir ve kurabiye alamaz.
- In the Netherlands, if a child is too insistent on asking for a cookie, he might be punished and get no cookie.
Neden benimle gitme konusunda bu kadar ısrarcısın?
- Why are you so insistent on going with me?
Tom acil bir iş için Boston'a gitti.
- Tom has gone to Boston on urgent business.
Tom bunun acil olduğunu söyledi.
- Tom said this was urgent.
Acil bir telgraf onu Tokyo'ya aceleyle geri getirdi.
- An urgent telegram brought her hurrying back to Tokyo.
Hadi, acele et! Acil.
- Come on, hurry up! It's urgent.
Avukat onun suçsuzluğu konusunda ısrar etti.
- The lawyer insisted on his innocence.
Maliyeti ne kadar olursa olsun, milyoner sanat eserini alma konusunda ısrar etti.
- The millionaire insisted on acquiring the masterpiece no matter how much it cost.
Bazı çevreler aynı şeyi ısrarla söyleyip duruyorlar.
- Certain circles keep saying the same thing insistently.
The Prime Minister insisted on his Chancellor to resign.
Angles likewise which insist on the Diameter, are all Right Angles.
The defendant insisted on his innocence.