inandırarak

listen to the pronunciation of inandırarak
التركية - الإنجليزية
convincing
Present participle of convince
{s} persuasive, influential
causing one to believe the truth of something; "a convincing story"; "a convincing manner"
{i} persuasion, influencing, swaying
If you describe someone or something as convincing, you mean that they make you believe that a particular thing is true, correct, or genuine. Scientists say there is no convincing evidence that power lines have anything to do with cancer He sounded very convincing. unconvincing + convincingly con·vinc·ing·ly He argued forcefully and convincingly that they were likely to bankrupt the budget unconvincingly
capable of convincing or persuading; "a convincing argument"
Effective as proof or evidence
causing one to believe the truth of something; "a convincing story"; "a convincing manner
inan
belief

Atheism isn't a religious belief. - Ateizm dinî bir inanç değildir.

It is a prevalent belief, according to a nationwide poll in the United States, that Muslims are linked with terrorism. - ABD'de ülke çapındaki bir ankete göre Müslümanların terörle bağlantılı olduğu yaygın bir inançtır.

inan
trust

I don't feel that I can trust what he says. - Onun söylediğine inanabileceğimi zannetmiyorum.

I don't trust his story. - Ben onun hikayesine inanmıyorum.

inan
faith

Tom certainly believes Mary is faithful. - Tom kesinlikle Mary'nin sadık olduğuna inanıyor.

Faith makes all things possible.... love makes all things easy. - İnanç her şeyi mümkün kılar....aşk her şeyi kolaylaştırır.

inan
swear by
inan
reliance
inan
{f} believing

They say that seeing is believing. - Onlar görmek inanmaktır diyorlar.

He has good grounds for believing that. - Ona inanmak için onun iyi dayanakları var.

inan
come to believe
inan
{f} believed

I've believed in Kylie Minogue since June 12, 1998. - 12 Haziran 1998'den beri Kylie Minogue'a inanırım.

It is believed that whales have their own language. - Balinaların kendi diline sahip olduklarına inanılmaktadır.

inan
believe in

It is stupid of you to believe in him. - Ona inanman aptallıktır.

It was stupid of you to believe in him. - Ona inanmakla aptallık ettin.

inan
{f} credit

Tom seems to be unwilling to believe that Mary was the one who stole his credit cards. - Tom onun kredi kartlarını çalanın Mary olduğuna inanmak için isteksiz görünüyor.

inan
{f} crediting
inan
believe

He didn't believe Ben's words. - O, Ben'in sözlerine inanmadı.

How much do you believe him? - Ona ne kadar inanıyorsun?

inan
accredited
inan
credited
inan
accredit
inan
belief; faith, trust, reliance
inan
faith, belief
inan
belief, something believed. (...)
inan
tenet
التركية - التركية

تعريف inandırarak في التركية التركية القاموس.

inan
İnanmak işi
inan
Bir kimseye, bir şeye bütün varlığıyla inanma
inan
inanma, güvenme
inan
Bir kimse veya şeyin doğruluğunu, büyüklüğünü ve gücünü sarsılmaz bir duygu ile benimseme, iman, itikat
İNAN
(Osmanlı Dönemi) Dizgin
İNAN
(Osmanlı Dönemi) İdare etme, yürütme
inandırarak
المفضلات