Her belief in God is very firm.
- Onun Allah'a inancı çok sağlam.
It is a prevalent belief, according to a nationwide poll in the United States, that Muslims are linked with terrorism.
- ABD'de ülke çapındaki bir ankete göre Müslümanların terörle bağlantılı olduğu yaygın bir inançtır.
I don't feel that I can trust what he says.
- Onun söylediğine inanabileceğimi zannetmiyorum.
I like him, but at the same time I don't really trust him.
- Ondan hoşlanıyorum fakat aynı zamanda ona gerçekten inanmıyorum.
In other words, he is a man of faith.
- Diğer bir deyişle, o bir inanç adamı.
Tom certainly believes Mary is faithful.
- Tom kesinlikle Mary'nin sadık olduğuna inanıyor.
He has good grounds for believing that.
- Ona inanmak için onun iyi dayanakları var.
They say that seeing is believing.
- Onlar görmek inanmaktır diyorlar.
Not everyone believed this plan was a good one.
- Bu planın iyi bir plan olduğuna herkes inanmadı.
I've believed in Kylie Minogue since June 12, 1998.
- 12 Haziran 1998'den beri Kylie Minogue'a inanırım.
It was stupid of you to believe in him.
- Ona inanmakla aptallık ettin.
It is stupid of you to believe in him.
- Ona inanman aptallıktır.
Tom seems to be unwilling to believe that Mary was the one who stole his credit cards.
- Tom onun kredi kartlarını çalanın Mary olduğuna inanmak için isteksiz görünüyor.
He didn't believe Ben's words.
- O, Ben'in sözlerine inanmadı.
There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
- Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.