işin

listen to the pronunciation of işin
التركية - الإنجليزية
ray
{i} beam
{i} occupation

My brother has no occupation now. - Erkek kardeşimin şu anda işi yok.

What is your occupation? What do you do here? - İşin ne ? Burada ne yapıyorsun?

business

The export business isn't doing well. - İhracat işi iyi yapılmıyor.

In North America, business operates on the customer is always right principle. - Kuzey Amerika'da işler, Her zaman müşteri haklıdır. prensibi ile yapılır.

job

She decided to quit her job. - İşinden istifa etmeye karar verdi.

She decided to quit her job. - İşinden ayrılmaya karar verdi.

work

I think you will have done all the work soon. - Sanırım yakında tüm işleri bitirmiş olacaksınız.

Sometimes he drives to work. - O bazen işe arabayla gider.

işin gerçeği
bedrock
işin içinden ustalıkla çekilmek
to retreat from the mastery of work inside
işin içinden çıkamamak
to be unable to settle a matter
işin içinden çıkmak
To get the best of a
işin kolayına kaçmak
(deyim) Cut corners
işin alayında olmak
not to take (a thing) seriously; to take (it) as a joke
işin aslı
low down
işin aslı
bedrock
işin başı
the crux, the central point
işin doğrusu
as a matter of fact
işin en yoğun olduğu dönem
high season
işin garibi
oddly enough
işin garibi
oddly
işin garibi
strange to say, funnily enough
işin gereğinden fazlaca yapılan
supererogatory
işin gerçek yüzü
nitty gritty
işin idaresi ile yükümlü işletmeler
(Hukuk) undertakings entrusted with the operation
işin içinden sıyrılmak
make the best of a bad bargain
işin içinden çıkamamak
to be unable to solve a problem
işin içine etmek
to fuck up
işin içyüzü
the inside story, the real truth
işin kolayına kaçmak
to cut corners
işin sırrı
trick
işin tuhafı
curiously enough
işin tuhafı
oddly enough
işin ustası genç
whizz kid
işin ustası genç
whiz kid
işin verilen sürenin sonuna kadar süreceği teorisi
Parkinson's law
işin yabancısı
stranger
işin zor tarafı
nigger in the woodpile
işin zor tarafı
nitty gritty
işin çoğunu yapıp bitirmek
break the neck of a task
İşin içinde iş var
There are wheels within wheels
affair

I have no intention of meddling in your affairs. - İşlerine karışmaya niyetim yok.

You have no right to interfere in other people's affairs. - Diğer insanların işlerine karışmaya hakkın yoktur.

assignment

I have a lot of assignments to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

Any doubts with the assignment? - Ödevle ilgili kafasında soru işareti olan?

employment

I will make an application to that firm for employment. - İş için bu firmaya başvuruda bulunacağım.

She found employment as a typist. - O bir daktilocu olarak iş buldu.

{i} cause

Our employees are working around the clock to fix the damage caused by the ice storm. - İşçilerimiz buz fırtınasının neden olduğu hasarı onarmak için gece gündüz çalışıyorlar.

Tom causes me a lot of extra work. - Tom başıma fazladan iş çıkarıyor.

{i} shop

The authorities fined the shop because of a disorder in the electronic balance. - Elektronik terazideki bir arıza nedeniyle yetkililer işyerine para cezası verdi.

Local shops do good business with tourists. - Yerel mağazalar turistlerle iyi iş yapar.

{i} appointment

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

He is not up to the task. - O, iş için uygun değil.

Your robot will prepare meals, clean, wash dishes, and perform other household tasks. - Sizin robotunuz yemekleri hazırlayacak, temizleyecek, bulaşıkları yıkayacak, ve diğer ev işlerini yapacak.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

{i} mission

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

{i} doing

Illness prevented him from doing his work. - Hastalık onun işini yapmasını engelledi.

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.

gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

I think everything is functional. - Sanırım her şey işlevsel.

Memory is an essential function of our brain. - Bellek beynimizin önemli bir işlevidir.

{i} show

I want a hot shower before I go back to work. - İşe geri dönmeden önce sıcak bir duş istiyorum.

She shows no zeal for her work. - O, işi için hiç gayret göstermedi.

{i} piece

Here's a piece of candy. - İşte bir parça şeker.

Here's a piece of paper. - İşte bir parça kağıt.

(işin) üstesinden gelmek
get through
bir işin üstesinden gelmek
be equal to
working

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

I'm tired of working a nine-to-five job. - Dokuz-beş işinde çalışmaktan bıktım.

(Ticaret) shirking
trouble

The word processor will save you a lot of trouble. - Kelime işlemci seni birçok dertten kurtaracak.

Her novel ideas are time and again getting her into trouble with her more conservative colleagues. - Onun yeni fikirleri daha tutucu iş arkadaşlarıyla sık sık başını derde sokuyor.

line

We should draw the line between public and private affairs. - Biz resmî ve özel işler arasına çizgi çizmeliyiz.

If you are a parent, don't allow yourself to set your heart on any particular line of work for your children. - Eğer bir ebeveyn iseniz, çocuklarınız için belli bir iş dalını çok istemenize izin vermeyin.

hold

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

(Ticaret) labor

We saw laborers blasting rocks. - Kayaları patlatan işçiler gördük.

The laborers formed a human barricade. - İşçiler bir insan barikatı kurdu.

errand

I have an errand to do in town. - Kasabada yapacak bir işim var.

The boy often runs errands. - Çocuk sık sık getir götür işleri yapar.

project

We should collaborate on the project. - Proje üzerinde işbirliği yapmalıyız.

Mr Tom Jones has agreed to serve as the project leader for this new work item. - Bay Tom Jones bu yeni iş için proje lideri olarak görev yapmayı kabul etti.

workings
(Ticaret) engagement
sonunu getirmek (bir işin)
conclude
trade

Would you like to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misiniz?

In the Tokyo stock market, stocks of about 450 companies are traded over the counter. - Tokyo borsasında, aşağı yukarı 450 şirketin hisse senetleri sayaç üzerinde işlem gördü.

deal

You'll have to come back in a while: the man dealing with that business has just gone out. - Kısa bir süre içinde tekrar gelmek zorunda kalacaksın: o işle ilgilenen adam az önce dışarı çıktı.

I have a great deal to do tonight. - Bu gece yapacak çok işim var.

dealings

Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others. - Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

post

Here, your sentence is now consigned to posterity! - İşte, şimdi cümlen gelecek kuşaklara bırakıldı!

When my interview was postponed until 3, I wandered around killing time. - İş görüşmem ertelenince saat 3'e kadar boş boş gezdim.

commission
operation

VISUACT supports flexibly the varied environments and needs of our customers and offers a variety of operational procedures. - VISUACT çeşitli ortamları ve müşterilerimizin ihtiyaçlarını esnek şekilde destekler ve operasyonel işlemleri sunar.

I have a few questions about Tom's operation. - Tom'un işlemi hakkında birkaç sorum var.

occupational
concern

Hans Bethe won the 1967 Nobel Prize in Physics for his work concerning energy production in stars. - Hans Bethe 1967'de yıldızlarda enerji üretimi hakkındaki işi için fizik nobel ödülünü kazandı.

As far as I'm concerned, things are going well. - Bana kalırsa işler iyi gidiyor.

position

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

The CEO's unwillingness to cooperate put us in a difficult position. - CEO'nun işbirliği yapma konusundaki isteksizliği bizi zor duruma soktu.

situation

Do you think the situation will improve? - Sence işler iyiye gidecek mi?

This situation would suit Tom. - Bu durum Tom'un işine gelir.

transaction

I must close this transaction within a week. - Bu işlemi bir hafta içinde kapatmalıyım.

I have to close this transaction within a week. - Bir hafta içinde bu işlemi kapatmak zorundayım.

duty

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

You have to turn words into deeds. - Sözleri işlere çevirmek zorundasın.

He does one good deed every day. - O her gün bir sevap işler.

act

Actions speak louder than words. - Söze bakılmaz, işe bakılır.

And with that we finish the activities for today. - Ve böylelikle bugünlük işleri bitirdik.

shebang
action

The invasion of other countries is a shameful action. - Başka ülkelerin işgali utanç verici bir etkinliktir.

To all appearances, their actions haven't borne fruit. - Görünüşe bakılırsa, onların eylemleri işe yaramadı.

matter

The only thing that matters is whether or not you can do the job. - Önemli olan tek şey, işi yapabilip yapamayacağındır.

Tom is scrupulous in matters of business. - Tom iş meselelerinde vicdanlıdır.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
{i} place

My brother is a well doer. He was just at the wrong place at the wrong time. - Erkek kardeşim iyi bir işyapandır. O sadece yanlış zamanda yanlış yerdeydi.

This seems to be a busy place. - Bu işlek bir yer gibi gözüküyor.

biz
activity

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

{i} calling

I don't like my wife calling me at work. - Karımın beni iş yerinde aramasından hoşlanmam.

I'm calling in sick tomorrow. - Yarın işten hastalık izni alıyorum.

of work
the work
{s} regulation

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

buisness
başından beri işin içinde olmak
get in on the ground floor
gerisinde kalmak (bir işin)
get behind in
her işin altından kalkar
resourceful
her işin başı sağlık
(Atasözü) The success of a project is greatly dependent on the good health of those involved in it
istenen işin bulunamaması
(Hukuk) underemployment
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
stint
phys. work
job, employment, work
ergo
dealing

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

event, something
business, trade, commerce
(Hukuk) labour, work
doings
task; occupation
profession

Police revealed that the heist was the work of professionals. - Polis soygunun profesyonellerin işi olduğunu ortaya çıkardı.

This is the job of a professional hitman. - Bu, profesyonel bir tetikçinin işidir.

slang trick
business, matter, affair
secret or dubious side (of an affair)
establishment

This establishment attracts a clientele of both tourists and businessmen. - Bu şirket hem turistlerden hem de iş adamlarından müşteri çekiyor.

office

Having finished my work, I left the office. - İşimi bitirdikten sonra bürodan ayrıldım.

The boss strolled around the balcony above the office, observing the workers. - Patron, yazıhanenin üzerindeki balkonda işçileri gözleyerek gezindi.

ball game
elbow
enterprise

He has always associated with large enterprises. - O her zaman büyük işletmeler ile ilişki kurmuştur.

The success of the enterprise astonished everybody. - İşletmenin başarısı herkesi şaşkına çevirdi.

{i} service

In the United States, 20 million new jobs have been created during the past two decades, most of them in the service sector. - Amerika Birleşik Devletlerinde, geçtiğimiz yirmi yıl boyunca 20 milyon yeni iş yaratılmıştır, onların çoğu hizmet sektöründedir.

May I be of further service? - Bir işe yarayabilir miyim?

things to do

I have a ton of things to do. - Yapacak bir sürü işim var.

I have better things to do than stand here and take your insults. - Burada durmak ve senin hakaretlerini dinlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

berth
gig#
traffic

My father was late for work this morning because of a traffic jam. - Babam bu sabah trafik sıkışıklığı nedeniyle işe geç kaldı.

We must pay attention to traffic signals. - Trafik işaretlerine dikkat etmeliyiz.

load

Tom was so loaded with work that he would forget to eat. - Tom işle o kadar çok meşguldü ki yemek yemeyi unutacaktı.

Here comes another bus load of tourists. - İşte başka bir otobüs dolusu turist geliyor.

incumbency
piece of work

Tom is a real piece of work. - Tom işin gerçek bir parçası.

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

{i} works

Tom is not a lazy boy. As a matter of fact, he works hard. - Tom tembel bir çocuk değildir, İşin aslına bakarsanız, o çok çalışır.

The mandatory character of schooling is rarely analyzed in the multitude of works dedicated to the study of the various ways to develop within children the desire to learn. - Eğitimin zorunlu karakteri çocukların içinde öğrenme arzusu geliştirmek için çeşitli şekillerde çalışmaya adanmış işlerin çokluğunda nadiren analiz edilir.

{i} ploy
{i} spindle
{i} billet
التركية - التركية

تعريف işin في التركية التركية القاموس.

Emek, işçilik, ustalık. İşlem
bir işin aslı astarı
İç yüzü, gerçek şekli
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
İş yeri
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB