O bana tamamen inanılmaz bir hikaye anlattı.
- He told me a completely unbelievable story.
Tom inanılmaz görünüyordu.
- It seemed unbelievable.
O olası olmayan bir tesadüf.
- That's an improbable coincidence.
Açıklamanız inandırıcı olmayacak; o gerçek olamayacak kadar imkansız.
- Your explanation won't wash; it's too improbable to be true.
Evet, o şaşırtıcıydı. İnanılmaz!
- Yes, that was amazing. Unbelievable!
Bu olasılık dışı görünüyor.
- This seems improbable.
O beklenmedik bir rastlantı.
- That is an improbable coincidence.