Pazartesilerden nefret ediyorum.
- Ich hasse den Montag.
Komşularımdan nefret ediyorum.
- Ich hasse meine Nachbarn.
Kimse benim ülkemden nefret etmek istemez.
- Nobody wants to hate my country.
Senden nefret etmek istemiyorum.
- I don't want to hate you.
Bazıları tartışmaktan nefret ederler.
- Some people hate to argue.
Jack Dorsey benden nefret ediyor.
- Jack Dorsey hates me.
O, kocasından nefret etti.
- She hated her husband.
Fred benden nefret ettiğini söyleyecek kadar uzağa gitti.
- Fred went so far as to say that he had hated me.
Tom kin ve nefretle Mary'ye baktı.
- Tom glared at Mary with hatred and disgust.
Barış, aşk ve bilgeliktir - bu cennet. Savaş kin ve ahmaklıktır - bu cehennem.
- Peace is love and wisdom – it's heaven. War is hatred and folly – it's hell.
Andreas feels hatred towards Angela.
- Andreas empfindet Hass gegenüber Angela.
The truth bears hatred.
- Die Wahrheit gebiert Hass.
I hate it when there are a lot of people.
- Ich hasse es, wenn viele Leute da sind.
She hates green peppers.
- Sie hasst grünen Pfeffer.