O zengin olmasına rağmen mutlu değil.
- Obwohl er reich ist, ist er nicht glücklich.
Şu an hiç mutlu değilim.
- Im Moment bin ich überhaupt nicht glücklich.
O, ölümden döndüğü için çok şanslı.
- He was so fortunate as to escape death.
Burada olduğumuz için şanslıydık.
- You were fortunate to be here.
Papaz çocukları kutsadı.
- The priest blessed the children.
Ben iyi sağlık için kutsandım.
- I am blessed with good health.
Gerçekten kutsanmışımdır.
- I'm just really blessed.
Mübarek hatırlamadan veren ve unutmadan alandır.
- Blessed are those who give without remembering and take without forgetting.
Ben evden her zamankinden daha geç ayrıldım ama bereket versin ki tren için tam zamanında vardım.
- I left home later than usual, but fortunately I was in time for the train.
Bereket versin ki, hiçbir can kaybı olmadı.
- Fortunately, no lives were lost.
I was fortunate to make his acquaintance.
- Ich war so glücklich, seine Bekanntschaft zu machen.
Japanese people are fortunate to live in a land with natural hot springs.
- Die Japaner können sich glücklich schätzen, in einem Land mit natürlichen heißen Quellen zu leben.
Never have I been so happy.
- Ich war noch nie so glücklich.
I've never been this happy before.
- Ich war noch nie so glücklich.