O zengin olmasına rağmen mutlu değil.
- Obwohl er reich ist, ist er nicht glücklich.
Ölene dek mutlu yaşadılar.
- Sie lebten glücklich bis ans Ende ihrer Tage.
Burada olduğumuz için şanslıydık.
- You were fortunate to be here.
Seni tanıdığım için kendimi şanslı hissediyorum.
- I feel fortunate to have known you.
O küçük kızını alnından öptü, onu kutsadı ve kısa bir süre sonra öldü.
- She kissed her little daughter on the forehead, blessed her, and shortly after died.
Zayıf imanına rağmen, rahip onu kutsadı.
- Despite his weak faith, the priest blessed him.
Gerçekten kutsanmışımdır.
- I'm just really blessed.
Mübarek hatırlamadan veren ve unutmadan alandır.
- Blessed are those who give without remembering and take without forgetting.
Bereket versin ki, hiçbir can kaybı olmadı.
- Fortunately, no lives were lost.
Ben evden her zamankinden daha geç ayrıldım ama bereket versin ki tren için tam zamanında vardım.
- I left home later than usual, but fortunately I was in time for the train.
Japanese people are fortunate to live in a land with natural hot springs.
- Die Japaner können sich glücklich schätzen, in einem Land mit natürlichen heißen Quellen zu leben.
Let others wage wars, you, fortunate Austria, marry.
- Mögen andere Kriege führen. Du, glückliches Österreich, heirate.
If only we'd stop trying to be happy we could have a pretty good time.
- Wenn wir bloß aufhören würden zu versuchen, glücklich zu sein, könnten wir eine sehr schöne Zeit haben.
I will make her happy.
- Ich werde sie glücklich machen.