güzelliğin

listen to the pronunciation of güzelliğin
التركية - الإنجليزية
beauty
Someone who is beautiful

Chris is a beauty.

An excellent or egregious example of something
A beauty quark (now called bottom quark)
Thanks! Cool!

It's the long weekend. Beauty!.

Genus: Trait Differentia: A sense of harmony
{i} prettiness, handsomeness
Beauty is used to describe people, products, and activities that are concerned with making women look beautiful. Additional beauty treatments can be booked in advance
"Beauty" is the sixth of the ten sefirot, and the third of the emotive attributes within Creation
A beautiful person, esp
Amber, Cat's Eye, Jasper, Opal, Orange Zircon
Beauty is the state or quality of being beautiful. an area of outstanding natural beauty Everyone admired her elegance and her beauty
Something that is particularly good or pleasing
The beauty quark
Our intent is to draw upon the collective beauty of diverse individuals and institutions Our experiences will be much more than cognitive exchanges, but rather, unique learning moments that reflect the beauty and artistry that is inherent in each of us and our institutions
The qualities of a person that are pleasing to the viewer's eyes
ad that which pleases the eye, ear or spirit
Beauty is, after all, as much of divinity as can be expressed in any one form
If you say that a particular feature is the beauty of something, you mean that this feature is what makes the thing so good. There would be no effect on animals -- that's the beauty of such water-based materials. = advantage
The beauties of something are its attractive qualities or features. He was beginning to enjoy the beauties of nature
An assemblage of graces or properties pleasing to the eye, the ear, the intellect, the æsthetic faculty, or the moral sense
güzel
{s} good

It smelled really good. - Gerçekten güzel koktu.

This sure tastes good! - Gerçekten güzel bir tadı var.

güzel
{s} lovely

Because you're a sweet and lovely girl. - Çünkü sen tatlı ve güzel bir kızsın.

Whenever we have such lovely rain, I recall the two of us, several years ago. - Her nezaman böyle güzel bir yağmurumuz olsa, ben yıllar öncesini, ikimizi hatırlıyorum.

güzel
pleasant

I had a pleasant dream last night. - Dün gece güzel bir rüya gördüm.

Today was a pleasant day. - Bugün güzel bir gündü.

güzel
{s} beautiful

Nagasaki, where I was born, is a beautiful port city. - Doğduğum yer olan Nagasaki, güzel bir liman kentidir.

She is very beautiful, and what is more, very wise. - O çok güzeldir, daha neyse çok akıllıcadır.

güzel
pretty

Trang is as pretty as Dorenda. - Trang Dorenda kadar güzeldir.

Betty is a pretty girl, isn't she? - Betty güzel bir kızdır, değil mi?

güzel
nice

I hope it will be nice. - Havanın güzel olacağını umuyorum.

I wonder if it will be nice. - Havanın güzel olup olmayacağını merak ediyorum.

güzel
{s} fine

She is studying fine art at school. - Okulda güzel sanatlar okuyor.

The island has a fine harbor. - Adanın güzel bir limanı var.

güzel
smart

Mary is not only beautiful, she's smart, too. - Mary sadece güzel değil, o akıllı da.

Mary is smarter than Jane who is prettier than Susan. - Mary Susan'dan daha güzel olan Jane'den daha akıllı.

güzel
beauty

Japan is famous for her scenic beauty. - Japonya manzara güzelliğiyle ünlüdür.

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

güzel
likely

It is likely to be fine tomorrow. - Yarın hava muhtemelen güzel olacak.

güzel
handsome

The handsome prince fell in love with a very beautiful princess. - Yakışıklı prens çok güzel bir prensese aşık oldu.

He had handsome dark eyes with long lashes. - Onun uzun kirpikli güzel koyu gözleri vardı.

güzel
beautifully

The actress was dressed beautifully. - Aktris güzel giyinmişti.

The trick worked beautifully. - Hile çok güzel çalıştı.

güzel
beautiful, good-looking, elegant; pretty, nice, lovely; good, fine; (hava) fine, pleasant, favourable; shapely; enjoyable; beautifully; well; nicely; beauty; beauty queen; Fine! Good! Well!
güzel
prettily
güzel
{s} well

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

Mariko speaks English well. - Mariko İngilizceyi güzel konuşur.

güzel
{s} nifty
güzel
comely
güzel
the beautiful

We stood looking at the beautiful scenery. - Biz güzel manzaraya bakarak ayakta durduk.

The beautiful French language is lost. - Güzel Fransızca lisanı kayboldu.

güzel
delight
güzel
nicely

Tom's creative thinking nicely complemented Mary's organizational talents. - Tom'un yaratıcı düşüncesi Mary'nin örgütsel yeteneklerini güzelce tamamladı.

Tom is dressed very nicely. - Tom çok güzel giyinmiş.

güzel
dilly
güzel
enjoyable
güzel
wellfavored
güzel
sightly
güzel
favourable
güzel
(Argo) bad

I can't help but feel like the ending of Breaking Bad was ridiculously rushed, still an amazing show but it could've been better. - Kendimi Breaking Bad'in sonunun gülünç bir şekilde aceleye getirildiğini düşünmekten alıkoyamıyorum - yine de çok güzel bir dizi ama daha iyi olabilirdi.

One of the nice things about being bald is that you never have a bad hair day. - Kel olmakla ilgili güzel şeylerden biri, asla kötü bir saçlı bir gününün olmamasıdır.

güzel
spiffy
güzel
{s} well favoured
güzel
{s} beauteous
güzel
treacly
güzel
sheene
güzel
charming

Jane is fat and rude, and smokes too much. However, Ken thinks she's lovely and charming. That's why they say love is blind. - Jane şişman ve kaba ve çok sigara içiyor. Fakat, Ken onun güzel ve çekici olduğunu düşünüyor. Aşkın gözü kördür demelerinin nedeni bu.

güzel
dreamy
güzel
elegant

The Avenue of the Champs Elysées is very beautiful and very elegant. - Şanzelize Caddesi çok güzel ve çok şıktır.

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

güzel
(Konuşma Dili) bully for you
güzel
winsome
güzel
gaiiant
güzel
sharp

The most beautiful flowers have the sharpest thorns. - En güzel çiçeklerin en keskin dikenleri vardır.

güzel
self sufficiency
güzel
well-favored
güzel
agreeable
güzel
well-favoured
güzel
delicate
güzel
(Argo) def

The most beautiful victory is to defeat one's heart. - En güzel zafer, birinin kalbini kazanmaktır.

The real definition of science is that it's the study of the beauty of the world. - Bilimin gerçek tanımı, dünyanın güzelliğini araştırmaktır.

güzel
good-looker
güzel
delicious
güzel
grateful
güzel
good-looking

That girl is good-looking. - O kız güzel görünümlü.

He wants to meet that good-looking girl. - Güzel bir kızla tanışmak istiyor.

güzel
rosy

She has beautiful rosy cheeks. - Onun güzel al yanakları var.

güzel
cherub
güzel
delightful
güzel
enviable
güzel
personable
güzel
gallant
güzel
glorious
güzel
bracing
güzel
shapely
güzel
graceful

She is beautiful, and what is more, very graceful. - O güzel ve ayrıca çok zarif.

Ice skating can be graceful and beautiful. - Buz pateni zarif ve güzel olabilir.

güzel
fair

She was the fairest in the whole land. - O bütün ülkenin en güzeliydi.

After the rain, fair weather. - Yağmurdan sonra, güzel hava.

güzel
grand

I have three beautiful granddaughters. - Üç tane güzel kız torunum var.

Every day grandfather and grandmother gave the kitten plenty of milk, and soon the kitten grew nice and plump. - Büyük babam ve büyük annem kedi yavrusuna her gün bir sürü süt verdi ve kısa sürede yavru güzel ve tombul oldu.

güzel
princely
güzel
stunning

She was stunningly beautiful. - O şaşırtıcı bir şekilde güzeldi.

That dress looks stunning on you. - Şu elbise üstünde çok güzel görünür.

güzel
attractive

She is very pretty, I mean, she is attractive and beautiful. - O çok sevimlidir, yani, çekici ve güzeldir.

Mary isn't as beautiful as her sister, but she's still quite attractive. - Mary kız kardeşi kadar güzel değil fakat hâlâ oldukça çekici.

güzel
bully
güzel
dilly peach
güzel
prettier

You're definitely prettier than Mary. - Kesinlikle Mary'den daha güzelsin.

No girl in my class is prettier than Linda. - Sınıfımdaki hiçbir kız Linda'dan daha güzel değildir.

güzel
nice looking
güzel
beautifull
güzel
good, excellent, fine
güzel
bonny
güzel
good looking

That lady is very good looking. - O hanım çok güzel gözüküyor.

What did you think of Tom? He's got a nice voice. Just a nice voice? Well, his face is nothing special, right? Really! I think he's pretty good looking. - Tom hakkında ne düşünüyorsun? Onun güzel bir sesi var. Sadece güzel bir ses mi? Pekala, onun yüzü özel bir şey değil, değil mi? Gerçekten mi! Sanırım o oldukça yakışıklı.

güzel
belle

Mary looked like Belle from the Beauty and the Beast. - Mary Güzel ve Çirkin'den Belle'ye benziyordu.

güzel
beautifully, well
güzel
sweet

That flower smells sweet. - O çiçek güzel kokuyor.

Because you're a sweet and lovely girl. - Çünkü sen tatlı ve güzel bir kızsın.

güzel
plummy
güzel
swell
güzel
beauty queen
güzel
ducky
güzel
pulchritudinous
güzel
beautiful, pretty
güzel
sapid
güzel
appealing

It is possible to launder language to make it more appealing and uplifting. - Onu daha güzel ve çekici yapmak için dili aklamak mümkündür.

güzel
goluptious
güzel
goodly
güzel
junoesque
güzel
goodlooking
güzel
copesetic
güzel
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

güzel
{s} well favored