gücünü

listen to the pronunciation of gücünü
التركية - الإنجليزية
eclipse
Of astronomical bodies, to cause an eclipse

The Moon eclipsed the Sun.

A seasonal state of plumage in some birds, notably ducks, adopted temporarily after the breeding season and characterised by a dull and scruffy appearance
{n} an obscuration of a luminary, darkness
One one body covers another or casts its shadow on it During an eclipse of the sun (upper animation), the moon covers the sun
To overshadow; to be better or more noticeable than
{f} cause to undergo an eclipse; outshine, surpass, outdo
The total or partial obscuring of one celestial body by another The events that most affect satellites are eclipses of the Sun by the Earth or the Moon, which deprive the satellite of its usual source of power (solar energy) and cause it to cool down rapidly because it is no longer heated by the Sun The satellite is designed to cope with such extreme events Normally, there is no effect on the communications services provided by the satellite during eclipse
{i} obscuring of one celestial body by another (i.e. sun, moon, etc.); any obscuration of light
one celestial body obscures another cause an eclipse of (a celestial body) by intervention; "The Sun eclipses the moon today"; "Planets and stars often are occulted by other celestial bodies"
The occurrence of one celestial body's shadow temporarily falling on another body
cause an eclipse of; of celestial bodies; "The moon eclipsed the sun
When one body passes through the shadow of another, causing one of the planets to darken or disappear Indicates great changes for the next 6 to 12 months Comes in 2 types, solar and lunar See also Eclipses
An eclipse of the sun is an occasion when the moon is between the earth and the sun, so that for a short time you cannot see part or all of the sun. An eclipse of the moon is an occasion when the earth is between the sun and the moon, so that for a short time you cannot see part or all of the moon. an eclipse of the sun. the total lunar eclipse
The obscuration of a planet or star by the moon or a planet, though of the nature of an eclipse, is called an occultation
The obscuring of one celestial body by another
The loss, usually temporary or partial, of light, brilliancy, luster, honor, consciousness, etc
The obscuring of one celestial body by another See lunar eclipse or solar eclipse
The blocking of all or part of the light from one object by another For example, a "lunar eclipse'' occurs when the Earth's shadow falls on the Moon, preventing sunlight from illuminating all of its surface A "solar eclipse'' occurs when the Moon passes directly between us and the Sun, blocking part or all of its light from reaching us Lunar eclipses can occur only when the Moon is on the opposite side of the Earth from the Sun (at Full Moon), while solar eclipses can happen only at New Moon [See phases of the Moon]
To obscure, darken, or extinguish the beauty, luster, honor, etc
güç
power

Turkish war of independence against Eurpean imperialist powers had lasted from 1919 to 1923. - Avrupalı emperyalist güçlere karşı yapılan Türk İstiklal Savaşı 1919'dan 1923'e kadar devam etti.

The boat uses a motor for the power. - Tekne güç için bir motor kullanır.

güç
(Askeri) strength

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

Western nations have to put their heads together to strengthen the dollar. - Batılı ülkeler doları güçlendirmek için baş başa verip düşünüyorlar.

güç
force

What happens when an unstoppable force hits an unmovable object? - Durdurulamayan bir güç sabit bir cismi vurursa ne olur?

Japanese forces marched into Burma. - Japon güçleri Birmanya'ya yürüdü.

gücünü artırmak
to amplify, to make more powerful
gücünü artırmak
soup up
gücünü azaltma
invalidation
gücünü azaltmak
damp down
gücünü azaltmak
damp
gücünü azaltmak
weaken
gücünü aşan
beyond one's power
gücünü aşar
beyond one's purse
gücünü aşmak
defy
gücünü kaybetmek
pine away
güç
{i} intensity
güç
might

The pen is mightier than the sword. - Kalem kılıçtan daha güçlüdür.

I might seem strong, but in actuality I am anything but. - Ben güçlü görünebilirim ama hiç de değilim.

güç
dominance
güç
{i} ability

The ability to show weakness is a strength. - Zayıflığı gösterme yeteneği bir güçtür.

güç
muscle

Without strong tendons, large muscles are of no use. - Güçlü tendonlar olmadan büyük kasların kullanımı yoktur.

Courage is very important. Like a muscle, it is strengthened by use. - Cesaret çok önemlidir. Bir kas gibi kullandıkça güçlenir.

güç
mean

A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital. - Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.

güç
laborious
güç
choosy
güç
ascendancy
güç
compulsion
güç
competency
güç
resource
güç
onerous
güç
(deyim) go hard for
güç
fastidious
güç
stiff
güç
puissance
güç
tough

Athletes must be tough not only physically, but also mentally. - Atletler sadece fiziksel olarak değil fakat aynı zamanda zihinsel olarak da güçlü olmalılar.

Times are tough. Try to be strong! - Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!

güç
vires
güç
problematic
güç
formidable
güç
onerous ağır
güç
(Ticaret) coercive power
güç
troublesome
güç
(deyim) go hard with
güç
virtue

Calm is a virtue of the strong. - Sakinlik, güçlünün bir erdemidir.

güç
austere
güç
duty

Tom has a strong sense of duty. - Tom'un güçlü bir görev duygusu var.

güç
invest

A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital. - Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.

güç
difficult

He was confronted with some difficulties. - Bazı güçlüklerle yüz yüze getirildi.

I have difficulty understanding abstract modern art, especially Mondrian. - Soyut modern sanatı anlamada güçlük çekiyorum, özellikle Mondrian.

güç
rough
güç
torque
güç
strenuous
güç
troublous
güç
ardous
güç
zip
güç
push
güç
ascendance
güç
arduous
güç
sticky
güç
energy

The cells have the capacity to convert food into energy. - Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.

güç
trying

Tom could hardly keep from laughing when he saw Mary trying to juggle some balls. - Tom Mary'yi top cambazlığı yapmaya çalışırken gördüğünde gülmemek için kendini güçlükle frenledi.

The Ukrainian security forces are trying to occupy the towns and villages between Donetsk and Luhansk in order to cut off those two important cities from each other. - Ukrayna güvenlik güçleri bu iki önemli kenti birbirinden ayırmak amacıyla Donetsk ve Luhansk arasındaki kasaba ve köyleri işgal etmeye çalışıyorlar.

güç
heavy

We expect heavy resistance. - Güçlü direnme bekliyoruz.

I'm strong enough to carry those heavy metal boxes. - Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.

güç
sap
güç
arm

He has very strong arms. - Onun çok güçlü kolları var.

This United Nations resolution calls for the withdrawal of Israel armed forces from territories occupied in the recent conflict. - Bu Birleşmiş Milletler kararı İsrail'in silahlı güçlerinin son çatışmalarda işgal edilen bölgelerden çekilmesini istemektedir.

güç
thews
güç
sinew
güç
exacting
güç
effort

Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak. - Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.

güç
impossible
güç
{i} potential
güç
tricky
güç
power of
rekabet gücünü korumak
To maintain competitiveness
bütün gücünü kullanmak
go all out
eski gücünü kaybetmek
run to seed
eski gücünü kaybetmek
go to seed
güç
clutch
güç
difficulty

He had no difficulty in solving the problem. - Sorunun çözümünde hiç güçlük çekmedi.

I have difficulty understanding abstract modern art, especially Mondrian. - Soyut modern sanatı anlamada güçlük çekiyorum, özellikle Mondrian.

güç
punch
güç
with difficulty

The old man escaped, but with difficulty. - Yaşlı adam kaçtı ama güçlükle.

They answered their teacher's question with difficulty. - Onlar öğretmenlerinin sorusuna güçlükle cevap verdi.

güç
pith
güç
capability
güç
stamina
güç
forcefulness
güç
capacity

The cells have the capacity to convert food into energy. - Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.

güç
tricksy
güç
control

Tom has difficulty controlling his anger. - Tom öfkesini kontrol etmekte güçlük çekiyor.

Franco's forces took control in Spain. - Franko'nun güçleri İspanya'da kontrolü ele geçirdi.

güç
rod
güç
hard

Some stars are hardly visible to the naked eye. - Bazı yıldızlar çıplak gözle güçlükle görülebilmektedir.

Tom could hardly wait to see Mary. - Tom Mary'yi görmek için güçlükle bekleyebiliyordu.

güç
clout
güç
command
güç
sting
güç
baffling

Do you remember that baffling murder case? - O güç cinayet davasını hatırlıyor musunuz?

güç
difficult, hard
güç
sword

The pen is mightier than the sword. - Kalem kılıçtan daha güçlüdür.

güç
spirit

Mathematics is the most beautiful and most powerful creation of the human spirit. - Matematik, insan ruhunun en güzel ve en güçlü yaratısıdır.

A powerful spirit resides in the forest. - Güçlü bir ruh ormanda ikamet eder.

güç
difficult, hard, arduous, troublesome, stiff, strenuous, tough, laborious; with difficulty
güç
pep
güç
iron

This boat is made with high grade aluminum and high strength iron. - Bu tekne üstün kaliteli alüminyum ve yüksek güçlü demir ile yapılır.

güç
steam
güç
performance
güç
potency
güç
stuffing
güç
{i} vitality
güç
pine

I don't like eating pineapples. They have a strong smell. - Ben ananas yemekten hoşlanmıyorum. Onların güçlü bir kokusu var.

güç
sweaty
güç
knotty
güç
uphill
güç
propulsion
güç
{i} vigor

Paul is more vigorous than Marc. - Paul Marc'tan daha güçlü.

He looks very vigorous, considering his age. - Yaşını göz önünde bulundurursak, o çok güçlü görünüyor.

güç
{i} vigour
güç
{i} tone
güç
{i} vis
güç
forceful

My impression of this government is that they need a more forceful economic policy, otherwise they'll encounter large problems in the future. - Benim bu hükümet hakkındaki izlenimim onların daha güçlü bir ekonomik politikaya ihtiyaçları olduğu, aksi takdirde gelecekte büyük sorunlarla karşılaşacaklarıdır.

He was a forceful leader. - O, güçlü bir liderdi.

güç
{i} vim
güç
clutches
güç
{i} zing
hayal gücünü kullanarak
by every stretch of the imagination
hayal gücünü kullanmak
use one's imagination
hayal gücünü zorlayarak
by every stretch of the imagination
savunma gücünü azaltmak
soften up
tüm gücünü kullanan
all out
tüm gücünü kullanmak
go all
tüm gücünü kullanmak
be all out for smth
tüm gücünü toplamak
rouse oneself
yazma gücünü terketmek
write oneself out
gücünü
المفضلات