Turkish war of independence against Eurpean imperialist powers had lasted from 1919 to 1923.
- Avrupalı emperyalist güçlere karşı yapılan Türk İstiklal Savaşı 1919'dan 1923'e kadar devam etti.
What would happen if two powerful nations with different languages - such as United States and China - would agree upon the experimental teaching of Esperanto in elementary schools?
- Amerika Birleşik Devletleri ve Çin gibi farklı dilleri olan iki güçlü devlet ilköğretim okullarında Esperanto deneysel öğretimi üzerinde anlaşmaya varsalardı ne olurdu?
The strengthening of competitiveness on export markets is an urgent need.
- İhracat pazarlarında rekabet gücünün güçlendirilmesi acil bir ihtiyaçtır.
Western nations have to put their heads together to strengthen the dollar.
- Batılı ülkeler doları güçlendirmek için baş başa verip düşünüyorlar.
Japanese forces marched into Burma.
- Japon güçleri Birmanya'ya yürüdü.
In the first few hours of the battle, Union forces were winning.
- Savaşın ilk birkaç saati içinde, Birlik güçleri kazanıyorlardı.
I might seem strong, but in actuality I am anything but.
- Ben güçlü görünebilirim ama hiç de değilim.
The pen is mightier than the sword.
- Kalem kılıçtan daha güçlüdür.
The ability to show weakness is a strength.
- Zayıflığı gösterme yeteneği bir güçtür.
He muscled his way through the crowd.
- Kalabalığın içinde güçlükle ilerledi.
Hercules had strong muscles.
- Herkül'ün güçlü kasları vardı.
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
Times are tough. Try to be strong!
- Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!
Athletes must be tough not only physically, but also mentally.
- Atletler sadece fiziksel olarak değil fakat aynı zamanda zihinsel olarak da güçlü olmalılar.
Calm is a virtue of the strong.
- Sakinlik, güçlünün bir erdemidir.
Tom has a strong sense of duty.
- Tom'un güçlü bir görev duygusu var.
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
His poems are difficult to understand.
- Onun şiirlerini anlamak güçtür.
The old woman climbed the stairs with difficulty.
- Yaşlı kadın merdivenleri güçlükle tırmandı.
The cells have the capacity to convert food into energy.
- Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.
Tom could hardly keep from laughing when he saw Mary trying to juggle some balls.
- Tom Mary'yi top cambazlığı yapmaya çalışırken gördüğünde gülmemek için kendini güçlükle frenledi.
The Ukrainian security forces are trying to occupy the towns and villages between Donetsk and Luhansk in order to cut off those two important cities from each other.
- Ukrayna güvenlik güçleri bu iki önemli kenti birbirinden ayırmak amacıyla Donetsk ve Luhansk arasındaki kasaba ve köyleri işgal etmeye çalışıyorlar.
I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
- Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.
We expect heavy resistance.
- Güçlü direnme bekliyoruz.
This United Nations resolution calls for the withdrawal of Israel armed forces from territories occupied in the recent conflict.
- Bu Birleşmiş Milletler kararı İsrail'in silahlı güçlerinin son çatışmalarda işgal edilen bölgelerden çekilmesini istemektedir.
Germany then had a powerful army.
- O zaman Almanya'nın güçlü bir ordusu vardı.
Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak.
- Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.
She had no difficulty in learning the poem by heart.
- O, şiiri ezberlemede güçlük çekmedi.
I have difficulty understanding abstract modern art, especially Mondrian.
- Soyut modern sanatı anlamada güçlük çekiyorum, özellikle Mondrian.
The old woman climbed the stairs with difficulty.
- Yaşlı kadın merdivenleri güçlükle tırmandı.
The dog breathed with difficulty.
- Köpek güçlükle nefes aldı.
The cells have the capacity to convert food into energy.
- Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.
Tom has difficulty controlling his anger.
- Tom öfkesini kontrol etmekte güçlük çekiyor.
Franco's forces took control in Spain.
- Franko'nun güçleri İspanya'da kontrolü ele geçirdi.
Tom could hardly wait to see Mary.
- Tom Mary'yi görmek için güçlükle bekleyebiliyordu.
Some stars are hardly visible to the naked eye.
- Bazı yıldızlar çıplak gözle güçlükle görülebilmektedir.
Do you remember that baffling murder case?
- O güç cinayet davasını hatırlıyor musunuz?
The pen is mightier than the sword.
- Kalem kılıçtan daha güçlüdür.
She chose the most spirited horse in the stable.
- O, ahırdaki en güçlü atı seçti.
Mathematics is the most beautiful and most powerful creation of the human spirit.
- Matematik, insan ruhunun en güzel ve en güçlü yaratısıdır.
This boat is made with high grade aluminum and high strength iron.
- Bu tekne üstün kaliteli alüminyum ve yüksek güçlü demir ile yapılır.
I don't like eating pineapples. They have a strong smell.
- Ben ananas yemekten hoşlanmıyorum. Onların güçlü bir kokusu var.
He looks very vigorous, considering his age.
- Yaşını göz önünde bulundurursak, o çok güçlü görünüyor.
Paul is more vigorous than Marc.
- Paul Marc'tan daha güçlü.
He was a forceful leader.
- O, güçlü bir liderdi.
My impression of this government is that they need a more forceful economic policy, otherwise they'll encounter large problems in the future.
- Benim bu hükümet hakkındaki izlenimim onların daha güçlü bir ekonomik politikaya ihtiyaçları olduğu, aksi takdirde gelecekte büyük sorunlarla karşılaşacaklarıdır.