Tom, Maria'yı sevdiğini ona söylemek için orijinal bir yol bulmak istemişti.
- Tom wollte gern einen originellen Weg finden, Maria zu sagen, dass er sie liebt.
Onları bulmak zordur.
- Sie sind schwer zu finden.
Onun ofisini bulmak kolaydı.
- It was easy to find his office.
Onun bürosunu bulmak kolaydı.
- Finding his office was easy.
Christopher Columbus, ün bulmadı. Christopher Columbus'u bulan ündü.
- Christopher Columbus did not find fame. It was fame who found Christopher Columbus.
Onun ofisini bulmak kolaydı.
- Finding her office was easy.
O eski kitap gerçek bir keşiftir.
- That old book is a real find.
Çoğu bilim adamı, onun bulgusunun birazını düşünür.
- Most scientists think little of his finding.
Benim bulgularım durumun böyle olmadığını gösteriyor.
- My findings suggest that that is not the case.
Kahve bir kızın ilk buluşmasındaki öpücük kadar sıcak, o gece kızın kucağı kadar yumuşak ve annesinin kızı bulduğu zaman ettiği küfürler kadar siyah olmalıdır.
- The coffee has got to be as hot as a girl's kiss on the first date, as sweet as those nights in her arms, and as dark as the curse of her mother when she finds out.
Onun görünümünü çekici bulurum.
- I find her appearance attractive.
Ann, bir iş bulamıyor.
- Ann can't find a job.
Sami'nin, çocuklarına bakmak için bir iş bulması gerekiyordu.
- Sami needed to find a job to support his children.
Fadıl'ın, çocuklarına bakmak için bir iş bulması gerekiyordu.
- Fadil needed to find a job to support his children.
One can always find time.
- Man kann immer Zeit finden.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Primzahlen sind wie das Leben, sie sind völlig logisch, aber es ist unmöglich, Regeln für sie zu finden, selbst wenn man seine ganze Zeit dem Nachdenken darüber widmet.