It will not make much difference whether you go today or tomorrow.
- Bugün ya da yarın gitmen pek fark yaratmayacak.
The difference is this: he works harder than you.
- Fark bu: o senden daha çok çalışıyor.
It is important for English learners to remember the distinction between 'fun' and 'funny'.
- İngilizce öğrenenlerin 'eğlence ve 'eğlenceli' arasındaki farkı hatırlamaları önemlidir.
Tom noticed something odd.
- Tom tuhaf bir şey fark etti.
Tom noticed something was odd.
- Tom bir şeyin tuhaf olduğunu fark etti.
It wouldn't matter to me.
- Benim için fark etmez.
I am looking at the matter from a different viewpoint.
- Ben bu konuya farklı bir bakış açısından bakıyorum.
The cancer had spread to several organs.
- Kanser farklı organlara yayıldı.
Tom is well aware of the odds.
- Tom ihtimallerin farkındadır.
Society does not encourage relationships between people who have a large age gap.
- Toplum büyük bir yaş farkı olan insanlar arasında ilişkiyi teşvik etmez.
The age gap between them is rather large.
- Aralarındaki yaş farkı oldukça fazla.
Diversity is what gives us strength.
- Bize güç veren şey farklılıktır.
He's bound to notice your mistake.
- Onun hatanı farketmesi kesin.
Tom didn't seem to notice.
- Tom farkına varmış gibi görünmüyordu.
It took him a while to realize the situation.
- Durumu fark etmek onun biraz zamanını aldı.
It took him a moment to realize where he was after he came to.
- O geldikten sonra nerede olduğunu fark etmek biraz zamanını aldı.
Tom couldn't help but notice all the beautiful women on the beach.
- Tom sahildeki bütün güzel kadınları fark etmekten kendini alamadı.
Tom is bound to notice your mistake.
- Tom hatanı fark etmek zorunda.
Snakes can be hard to spot.
- Yılanları fark etmek zor olabilir.
Subtle differences in tone discriminate the original from the copy.
- Tondaki ince farklar orijinali fotokopiden ayırt eder.
A musician can appreciate small differences in sounds.
- Bir müzisyen seslerdeki küçük farkları anlayabilir.