facts or observations presented in support of an assertion

listen to the pronunciation of facts or observations presented in support of an assertion
الإنجليزية - التركية

تعريف facts or observations presented in support of an assertion في الإنجليزية التركية القاموس.

evidence
{i} delil

Tom'un sağlam delili yoktu, fakat o, annesinin elmas yüzüğünü çalan kişinin Mary olduğunu düşünüyordu. - Tom didn't have any hard evidence, but he thought Mary was the one who stole his mother's diamond ring.

Bu delil benim aleyhime. - The evidence was against me.

evidence
{f} kanıtlamak

Tom'un masumiyetini kanıtlamak için yeni delilimiz var. - We have new evidence to prove Tom's innocence.

Tom'un suçsuzluğunu kanıtlamak için herhangi bir kanıt bulmamızın hala olası olmadığını düşünüyorum. - I still think it's unlikely that we'll find any evidence to prove Tom's guilt.

evidence
{i} belirginlik
evidence
{i} bulgu
evidence
(Felsefe) apaçıklık
evidence
açığa vurmak
evidence
ifade

Kanıt, bir önceki ifadeye karşılık gelir. - The evidence corresponds to his previous statement.

evidence
{i} kanıt, delil
evidence
tanıt
evidence
{f} ispatlamak
evidence
{i} iz
evidence
şahadet
evidence
delil,kanıt
evidence
(isim) şahit, ifade, tanık, delil, kanıt, ispat, bulgu, tanıklık, şahitlik, açıklık, belirginlik, göze çarpma, belirti, iz
evidence
belirmek
evidence
(Mukavele) delil, ispat; tanıklık
evidence
{i} tanık

O, tanıklık etmek için çağrıldı. - He was called to give evidence.

evidence
konu dı
evidence
(fiil) belirtmek, açıklamak, göstermek, kanıtlamak, ispatlamak
الإنجليزية - الإنجليزية
evidence
facts or observations presented in support of an assertion

    الواصلة

    facts or observations presented in sup·port of an as·ser·tion

    التركية النطق

    fäks ır äbzırveyşınz prizentıd în sıpôrt ıv ın ısırşın

    النطق

    /ˈfaks ər ˌäbzərˈvāsʜənz prēˈzentəd ən səˈpôrt əv ən əˈsərsʜən/ /ˈfæks ɜr ˌɑːbzɜrˈveɪʃənz priːˈzɛntəd ɪn səˈpɔːrt əv ən əˈsɜrʃən/
المفضلات