Tom doesn't have to pay attention to what Mary says.
- Tom Mary'nin söylediklerine dikkat etmek zorunda değil.
We have come to pay you a visit.
- Sizi ziyaret etmek için geldik.
This word is difficult to pronounce.
- Bu sözcüğü telaffuz etmek zordur.
Tom's last name is hard to pronounce.
- Tom'un soyadını telaffuz etmek zor.
I assume Tom is here to help.
- Sanırım Tom yardım etmek için burada.
It is worthwhile visiting that museum.
- O müzeyi ziyaret etmek faydalıdır.
The U.S. exports billions of dollars' worth of passenger airplanes.
- Amerika Birleşik Devletleri milyarlarca dolar değerinde yolcu uçakları ihraç etmektedir.
It will cost about 2000 yen to repair it.
- Onu tamir etmek yaklaşık 2000 yene mal olacak.
How much will it cost to fix the car?
- Arabayı tamir etmek kaça mal olacak?
The country is trying hard to make up for her trade deficit.
- Ülke, dış ticaret açığını telafi etmek için çok çabalıyor.
To make up for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than he should have.
- Hastanedeki kötü deneyimlerini telafi etmek için, Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.
I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married.
- Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.
Bill and John like to get together once a month to chat.
- Bill ve John sohbet etmek için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.
If you really have grounds for acting the way you did, then please tell me.
- Yaptığınız şekilde hareket etmek için gerçekten sebebiniz varsa, o halde lütfen bana söyleyin.
If you flunk this exam, you'll have to repeat the course.
- Bu sınavda başarısız olursan, kursu tekrar etmek zorunda kalacaksın.
In some ways, I envy him; he knows exactly what he wants and he's not afraid to take it.
- Bir yandan da ona imreniyorum; tam olarak ne istediğini biliyor ve onu elde etmekten çekinmiyor.
I don't want to take on any more work.
- Daha fazla iş kabul etmek istemiyorum.
The other colonies began sending troops to help.
- Diğer koloniler yardım etmek için asker göndermeye başladı.
You've tried so hard to put me to shame, haven't you?
- Beni rezil etmek için çok çabaladın, değil mi?
Taking a watch apart is easier than putting it together.
- Bir saati parçalara ayırmak onu monte etmekten daha kolaydır.
We had to agree to total confidentiality and sign a non-disclosure agreement.
- Toplam gizliliği kabul etmek ve bir gizlilik sözleşmesi imzalamak zorundaydık.
The phrase is meant to insult people.
- İfade insanlara hakaret etmek anlamına gelir.
Tom doesn't even bother to insult me anymore.
- Artık Tom bile bana hakaret etmek için canını sıkmıyor.
It takes a lot of courage to admit that you're wrong.
- Hatalı olduğunu itiraf etmek çok cesaret ister.
I have to admit I enjoyed it.
- Bunu beğendiğimi itiraf etmek zorundayım.
You're welcome to accompany us.
- Bize eşlik etmek için buyurun.
On New Year's Day many Japanese go to the shrine to worship.
- Yeni Yıl Günü birçok Japon ibadet etmek için türbeye giderler.
It might be better to address her as Doctor.
- Ona doktor olarak hitap etmek daha iyi olabilir.
I didn't want to annoy you.
- Seni rahatsız etmek istemedim.
Tom is doing that just to annoy Mary.
- Tom bunu sadece Mary'yi rahatsız etmek için yapıyor.
To err is human, but to persist in error is diabolical.
- Hata yapmak insana mahsustur ama hatada ısrar etmek şeytanidir.
Sometimes reality and fantasy are hard to distinguish.
- Bazen gerçek ve hayali ayırt etmek zordur.
They are easy to distinguish from each other.
- Onları birbirinden ayırt etmek kolaydır.
She knows five languages, but when she wants to swear, she does so in her maternal language.
- Beş yabancı dil biliyor ama küfür etmek istediği zaman kendi ana dilinde konuşuyor.
Swearing relieves the pain.
- Küfür etmek ağrıyı hafifletir.
Tom's last name isn't easy to pronounce.
- Tom'un soyadını telaffuz etmek kolay değildir.
It is difficult for me to pronounce the word.
- Kelimeyi telaffuz etmek benim için zordur.
There is no denying that English is the most widely spoken language in the world.
- Dünyada İngilizce'nin en yaygın şekilde konuşulan dil olduğunu inkar etmek yok.
Denying a quality education to the children of working families is as wrong as denying health care or child care to working families.
- Çalışan ailelerin çocukları için kaliteli bir eğitimi inkar etmek çalışan aileler için sağlık hizmetlerini ya da çocuk bakımını inkar etmek kadar yanlıştır.
I have to examine you.
- Seni muayene etmek zorundayım.
They want to rape our women.
- Kadınlarımıza tecavüz etmek istiyorlar.
Sami wanted to rape Layla.
- Sami, Leyla'ya tecavüz etmek istedi.
I can't help it if girls want to flirt with me.
- Kızlar benimle flört etmek isterse elimde değil.
We have to operate urgently.
- Derhal ameliyat etmek zorundayız.
We have to operate urgently.
- Acilen ameliyat etmek zorundayız.
I don't mean to object to your proposal.
- Amacım önerine itiraz etmek değil.
The settlers are the most peaceful people in the world. They cross thousands of miles to occupy a land that doesn't belong to them and they never kill anyone if they're not a savage native.
- Göçmenler dünyadaki en huzurlu insanlardır. Onlara ait olmayan bir toprağı işgal etmek için binlerce mil geçerler ve eğer vahşi yerli değillerse kimseyi öldürmezler.
This machine is easy to handle.
- Bu makineyi idare etmek kolaydır.
Tom is hard to handle.
- Tom'u idare etmek zor.
I don't want to interfere with your personal life.
- Ben kişisel yaşamınıza müdahale etmek istemiyorum.
I don't wish to interfere.
- Müdahale etmek istemiyorum.
It is cruel to mock a blind man.
- Kör bir insanla alay etmek acımasızcadır.
I don't want to spoil the ending!
- Sonunu berbat etmek istemiyorum.
I don't want to spoil the ending for you.
- Senin için sonunu berbat etmek istemiyorum.
In this world, it's difficult to go on behaving like a human being.
- Bu dünyada insan gibi davranmaya devam etmek zordur.
I want to explore the world and go on an adventure.
- Dünyayı keşfetmek ve bir maceraya devam etmek istiyorum.
Tom doesn't have to pay attention to what Mary says.
- Tom Mary'nin söylediklerine dikkat etmek zorunda değil.
I told you you had to pay attention to your legs and feet.
- Size söyledim, bacaklarınıza ve ayaklarınıza dikkat etmek zorundaydınız.
We all knelt down to pray.
- Dua etmek için hepimiz diz çöktük.
We knelt down to pray.
- Biz dua etmek için diz çöktük.
To get the full value of joy, you must have someone to divide it with.
- Tam sevinç değerini elde etmek için, onu paylaşacak birisine sahip olmalısınız.
Right now, all I want to do is get something to eat.
- Şu anda, tüm istediğim yiyecek bir şey elde etmek.
What did I do to deserve this?
- Bunu hak etmek için ne yaptım?
It's pretty easy to imagine.
- Bu hayal etmek oldukça kolaydır.
It is difficult to imagine a life with neither television nor the Internet.
- Ne televizyon ne de internetsiz bir hayatı hayal etmek zordur.
Does a government have to serve ideologies, or rather, the interests of the people?
- Bir hükümet ideolojiler mi sunmak zorunda? Daha doğrusu insanların çıkarlarına mı hizmet etmek zorunda?
Sometimes we have to serve our husbands like slaves.
- Bazen köle gibi erkeğimize hizmet etmek zorundayız.
I'd like to return this.
- Bunu iade etmek istiyorum.
Ah! I forgot again! I was supposed to go to the library to return a book today!
- Ah! Tekrar unuttum! Bugün bir kitabı iade etmek için kütüphaneye gitmem gerekiyordu.
He is very bad at inventing excuses.
- Bahaneler icat etmekte çok kötüdür.
If God did not exist, we'd have to invent him.
- Tanrı olmasa onu icat etmek zorunda kalırız.
To translate is to betray.
- Çevirmek ihanet etmektir.
I'd rather die than betray my friends!
- Arkadaşlarıma ihanet etmektense ölmeyi tercih ederim!
You are not allowed to violate the rules.
- Size kuralları ihlal etmek için izin verilmez.
We failed to persuade him.
- Onu ikna etmekte başarısız olduk.
It was difficult to persuade him to cancel the trip.
- Onu seyahati iptal etmeye ikna etmek zor oldu.
In Belgium, Flemish people want to declare their independence someday.
- Belçika'da Flaman halkı bir gün bağımsızlığını ilan etmek istiyor.
Use the video to declare your love!
- Aşkını ilan etmek için video kullan!
Is there anything you'd like to add?
- İlave etmek istediğin bir şey var mı?
Is there anything you want to add to what I just said?
- Az önce söylediklerime ilave etmek istediğin bir şey var mı?
Tom may have to cancel the picnic.
- Tom pikniği iptal etmek zorunda kalabilir.
We don't want to cancel.
- İptal etmek istemeyiz.
Tom was forced to resign.
- Tom istifa etmek için zorlandı.
He was finally forced to resign.
- O, sonunda istifa etmek zorunda bırakıldı.
Different countries import many goods.
- Farklı ülkeler, pek çok mal ithal etmektedirler.
Japan has to import most of its raw materials.
- Japonya ham maddelerinin çoğunu ithal etmek zorunda.
Tom has to approve this.
- Tom bunu kabul etmek zorunda.
I don't enjoy fighting.
- Ben kavga etmekten hoşlanmam.
Fighting isn't my style.
- Kavga etmek benim tarzım değildir.
I have to check and see what the contract says.
- Sözleşmenin ne dediğini kontrol etmek ve görmek zorundayım.
Hope is when you suddenly run to the kitchen like a mad man to check if the empty chocolate cookie box you just finished an hour ago is magically full again.
- Ümit; bir saat önce bitirdiğin çikolatalı çörek kutusunun sihirle tekrar dolup dolmadığını kontrol etmek için çılgın bir adam gibi birdenbire mutfağa doğru koştuğundadır.
Schedules are difficult to coordinate.
- Programları koordine etmek zordur.
It is better to risk saving a guilty man than to condemn an innocent one.
- Masum birini mahkum etmektense suçlu bir adamı kurtarmayı göze almak daha iyidir.
He is hard to please.
- Onu memnun etmek zordur.
Some doctors say something to please their patients.
- Bazı doktorlar hastalarını memnun etmek için bir şeyler söylerler.
Tom couldn't help but wonder if everybody was safe.
- Tom herkesin güvende olup olmadığını merak etmekten kendini alamadı.
To be surprised, to wonder, is to begin to understand.
- Şaşırmak, merak etmek, anlamaya başlamaktır.
Nobody wants to hate my country.
- Kimse benim ülkemden nefret etmek istemez.
To hate, to love, to think, to feel, to see; all this is nothing but to perceive.
- Görmek, hissetmek, düşünmek, sevmek, nefret etmek; bütün bunlar algılamaktan başka bir şey değildir.
I want to compete again.
- Tekrar rekabet etmek istiyorum.
I had to compete with him for promotion.
- Ben tanıtım için onunla rekabet etmek zorunda kaldım.
I no longer want to offend anyone.
- Kimseyi rencide etmek istemiyorum artık.
I don't want to offend them.
- Onları rencide etmek istemiyorum.
Tom is the type of person who always demands that something be done rather than request that it be done.
- Tom bir şeyin yapılmasını rica etmek yerine bir şeyin yapılmasını her zaman talep eden türden bir insan.
I would like to request a short recess.
- Ben kısa bir ara rica etmek istiyorum.
It's not hard to guess what's going to happen.
- Ne olacağını tahmin etmek zor değil.
It really isn't hard to guess the answer.
- Cevabı tahmin etmek gerçekten zor değil.
To appreciate her beauty, you have only to look at her.
- Onun güzelliğini takdir etmek için sadece ona bakmak zorundasın.
It is not so difficult to appreciate good music.
- İyi müziği takdir etmek hiç de zor değildir.
If something is fashionable, everyone wants to imitate it.
- Eğer bir şey modaysa herkes onu taklit etmek ister.
I like to imitate Queen Elizabeth.
- Kraliçe Elizabeth'i taklit etmek istiyorum.
Tom spent all day trying to fix the leak in the roof.
- Tom bütün günü çatıdaki sızıntıyı tamir etmek için uğraşarak geçirdi.
How much will it cost to fix the car?
- Arabayı tamir etmek kaça mal olacak?
Some feelings are difficult to describe.
- Bazı duyguları tarif etmek zordur.
I found out a very interesting site I'd like to recommend.
- Tavsiye etmek istediğim çok ilginç bir site buldum.
I want to congratulate you on your graduation.
- Mezuniyetiniz hakkında sizi tebrik etmek istiyorum.
I would just like to congratulate Tom for his work.
- Ben sadece onun çalışmaları için Tom'u tebrik etmek istiyorum.
Doctors did everything they could to cure him.
- Doktorlar onu tedavi etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptı.
At present it is medically impossible to cure this disease.
- Şu anda bu hastalığı tedavi etmek tıbben mümkün değildir.
Tom threatened to leave Mary.
- Tom Mary'yi tehdit etmekle terk etti.
The labor unions had been threatening the government with a general strike.
- İşçi sendikaları hükümeti genel grevle tehdit etmekteydi.
It's too late to contact Tom now.
- Artık Tom'la temas etmek için çok geç.
Please don't hesitate to contact me if you have any other questions.
- Başka sorunlarınız olursa benimle temas etmekten çekinmeyin.
His compositions represent the last echo of Renaissance music.
- Onun besteleri rönesans müziğinin son yankısını temsil etmektedir.
The only reason for the existence of a novel is that it does attempt to represent life.
- Bir romanın varlığının tek nedeni hayatı temsil etmek için girişimde bulunmasıdır.
I had to console her on the telephone.
- Ben onu telefonda teselli etmek zorunda kaldım.
When Luisa broke into tears, only her best friend approached to console her.
- Luisa gözyaşlarına boğulduğunda, yalnızca onun en iyi arkadaşı onu teselli etmek için yaklaştı.
Amazon wants to use drones to deliver packages.
- Amazon paketleri teslim etmek için dronlar kullanmak istiyor.
How long does it take to deliver a pizza?
- Bir pizzayı teslim etmek ne kadar sürer?
I'm calling to confirm your appointment.
- Randevunu teyit etmek için arıyorum.
I guess it was too much to hope for.
- Sanırım bu umut etmek için çok fazlaydı.
Traveling by boat is a lot of fun, isn't it?
- Gemiyle yolculuk etmek çok eğlenceli, değil mi?
I want to travel with you.
- Seninle yolculuk etmek istiyorum.
I want to visit Korea.
- Kore'yi ziyaret etmek istiyorum.
He availed himself of the 'off-and-on' holidays to visit his native country.
- Doğduğu ülkeyi ziyaret etmek için ara sıra tatillerden faydalandı.
No one did anything but dance.
- Hiç kimse dans etmekten başka bir şey yapmadı.
Isadora Duncan danced with such grace that she was invited to dance in Europe.
- Isadora Duncan öyle zarafetle dans etti ki Avrupa'da dans etmek için davet edildi.
You might want to encourage Tom to do his own homework early.
- Tom'u kendi ev ödevini erkenden yapması için teşvik etmek isteyebilirsin.
I'll do whatever I can to encourage Tom to stay in school.
- Tom'u okulda kalmaya teşvik etmek için elimden geleni yapacağım.
Tom does nothing but complain.
- Tom şikâyet etmekten başka bir şey yapmaz.
That customer came back to complain again.
- O müşteri şikâyet etmek için tekrar geri geldi.
It took a great deal of time to analyze the data.
- Verileri analiz etmek çok zaman aldı.
We have to analyze that.
- Onu analiz etmek zorundayız.
Stop worrying about what happened to Tom.
- Tom'a ne olduğu hakkında endişe etmekten vazgeç.
You have to stop worrying so much.
- Bu kadar çok endişe etmekten vazgeçmelisin.
Do you wanna sacrifice something?
- Bir şey feda etmek ister misin?
Would it be ethical to sacrifice one person to save many?
- Birçok kişiyi kurtarmak için bir kişiyi feda etmek etik olur muydu?
We'll have to act fast.
- Hızlı hareket etmek zorunda kalacağız.
I had to act quickly.
- Çabuk hareket etmek zorunda kaldım.
I hate to waste my time.
- Zamanımı israf etmekten nefret ederim.
Tom said he didn't want to waste time arguing.
- Tom tartışarak zaman israf etmek istemediğini söyledi.
It's our duty to always obey the law.
- Yasaya itaat etmek her zaman görevimizdir.
I can't do anything but obey him.
- Ona itaat etmekten başka bir şey yapamıyorum.
I have to make a note of that.
- Onu not etmek zorundayım.
Tell your son to quit harassing my daughter.
- Oğluna kızımı taciz etmekten vazgeçmesini söyle.
Your honor, I would like to discharge counsel.
- Sayın yargıç, danışmanı tahliye etmek istiyorum.
I would like to exchange money.
- Para takas etmek istiyorum.
How much time does she need to translate this book?
- Bu kitabı tercüme etmek için ne kadar süreye ihtiyacı var?
I'll need at least three days to translate that thesis.
- O tezi tercüme etmek için en azından üç güne ihtiyacım olacak.
I'd like to treat you to lunch to thank you for all your help.
- Tüm yardımlarına teşekkür etmek amacıyla sana öğle yemeği ısmarlamak istiyorum.
I'd like to thank you for coming today.
- Bugün geldiğiniz için size teşekkür etmek istiyorum.
The boy cried Wolf, wolf! and the villagers came out to help him.
- Kurt, kurt diye çocuk bağırdı! ve köylüler ona yardım etmek için dışarı çıktılar.
He will be only too glad to help you.
- Sadece ,sana yardım etmekten çok hoşnut olacak.
Tom recruited immigrant workers to rebuild his mansion.
- Tom konağını yeniden inşa etmek için göçmen işçileri işe aldı.
Our task is to rebuild the wall.
- Bizim görevimiz duvarı yeniden inşa etmektir.
Sami liked to shock people.
- Sami insanları şok etmekten keyif alırdı.
We're here to assist you.
- Sana yardım etmek için buradayız.
Tom is here to assist us.
- Tom bize yardım etmek için burada.
We came here to build a new town.
- Yeni bir kasaba inşa etmek için buraya geldik.
He bought the land for the purpose of building his house on it.
- O, üzerine ev inşa etmek amacıyla arsayı aldı.
All we can do now is hope that Tom does what he's promised to do.
- Artık bütün yapabileceğimiz Tom'un yapmaya söz verdiği şeyi yapmasını ümit etmektir.
All we can do is hope.
- Bütün yapabileceğimiz ümit etmektir.
I'd like to invite you to the party.
- Sizi partiye davet etmek istiyorum.
I called you, on the one hand to invite you out to eat, and on the other to tell you my son is going to get married.
- Bir taraftan seni yemeğe davet etmek için, diğer taraftan sana oğlumun evleneceğini söylemek için seni aradım.
Are you ready to proceed?
- Devam etmek için hazır mısın?
How would you like to proceed?
- Nasıl devam etmek istersin?
We have to be careful with expenses.
- Giderlerimize dikkat etmek zorundayız.
If you want to lose weight, you'll have to be careful about what you eat.
- Eğer zayıflamak istiyorsan ne yediğine dikkat etmek zorundasın.
It was easy to obtain.
- Onu elde etmek kolaydı.
They would have to move fast.
- Onlar hızlı hareket etmek zorunda kalacaktı.
In fact, to move at any speed the polar bear uses twice as much energy as do most other mammals.
- Aslında, herhangi bir hızda hareket etmek için kutup ayısı, çoğu diğer memelilerden iki katı daha fazla enerji harcar.
Some claim that full-body scanners violate the Fourth Amendment.
- Bazıları tam vücut tarayıcılarının dördüncü yasa değişikliğini ihlal ettiğini iddia etmektedir.
Tom called on Mary to express his sympathy.
- Tom sempatisini ifade etmek için Mary'yi aradı.
I'd like to express my gratitude.
- Minnettarlığımı ifade etmek istiyorum.
She was forced to confess.
- O, itiraf etmek için zorlandı.
The greatest joy after being in love is confessing one's love.
- Aşık olduktan sonra en büyük sevinç birinin aşkını itiraf etmektir.
I don't mean to object to your proposal.
- Amacım önerine itiraz etmek değil.
Anger is hard to control.
- Öfkeyi kontrol etmek zordur.
I would like to stress that it is more convenient to control tariffs as a bloc rather than country by country.
- Tarifeleri blok olarak kontrol etmenin ülke ülke kontrol etmekten daha uygun olduğunu vurgulamak istiyorum.
I went with them so that I could guide them around Nagasaki.
- Ben Nagasaki çevresinde onlara rehberlik etmek için onlarla birlikte gittim.
Gods came down on earth to guide humanity to its end.
- Tanrılar sonuna kadar insanlığa rehberlik etmek için yeryüzüne indiler.
Something I et?.