In 1679, Newton's work came to standstill after he suffered a nervous breakdown.
- 1679'da, o bir sinir krizi geçirdikten sonra Newton'un işi durma noktasına geldi.
After the first year, the patient's recovery slowed to a standstill.
- Birinci yıldan sonra, hastanın iyileşmesi durma noktasında yavaşladı.
The menopause is the permanent cessation of the ovaries' principal functions.
- Menopoz, yumurtalıkların başlıca fonksiyonlarının kalıcı olarak durmasıdır.
I asked Tom to stay out of it.
- Tom'a ondan uzak durmasını söyledim.
You should stay away from him.
- Ondan uzak durmalısın.
Don't just stand. Pose!
- Sadece durma. Poz ver!
Let's wait for the rain to stop.
- Yağmurun durmasını bekleyelim.
As long as you're talking to me, it's fine, but as soon as you stop, I get hungry.
- Benimle konuştuğun sürece, iyi, fakat sen durur durmaz, ben acıkırım.
The car dove into the field and, after bumping along for a time, came to a halt.
- Araba tarlaya daldı ve bir süre sarsıldıktan sonra durma noktasına geldi.
The blue sports car came to a screeching halt.
- Mavi spor araba durma noktasına geldi.
In 1679, Newton's work came to standstill after he suffered a nervous breakdown.
- 1679'da, o bir sinir krizi geçirdikten sonra Newton'un işi durma noktasına geldi.
The cause of death was cardiac arrest.
- Ölüm sebebi ani kalp durmasıydı.
Tom focuses on the positive and doesn't dwell on the negative.
- Tom pozitif üzerinde odaklanır ve negatif üzerinde durmaz.
There's no point in dwelling on details.
- Ayrıntılar üzerinde durmanın hiçbir anlamı yok.
He would often work for hours without stopping.
- Durmadan sık sık saatlerce çalışırdı.
She poured me all of it without stopping.
- Durmaksızın hepsini bana boşalttı.
The train was so crowded that we were obliged to stand all the way to Osaka.
- Tren o kadar kalabalıktı ki Osaka'ya giden bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda bırakıldık.
You must stand in a line to buy the ticket.
- Bilet almak için sırada durmalısınız.
There is no rest for the weary.
- Durmak yok yola devam.
Sami worked at his father's restaurant, peeling potatoes for hours on end.
- Sami saatlerce durmadan patates soyarak babasının restoranında çalıştı.
Tom had to stop to catch his breath.
- Tom soluklanmak için durmak zorunda kaldı.
Ambulances don't have to stop at red lights, but they usually slow down.
- Cankurtaranlar kırmızı ışıklarda durmak zorunda değiller ama genellikle yavaşlarlar.
The first thing you must learn is to stand on your own ideas.
- Öğrenmeniz gereken ilk şey, kendi fikirleriniz üzerinde durmak.
The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
- Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
It was all I could do to keep standing.
- Yapabildiğim bütün şey ayakta durmaya devam etmekti.
I don't mind standing.
- Ben ayakta durmayı kafama takmam.
He always stands off when people are enthusiastic.
- İnsanlar çoşkuluyken, o her zaman uzak durur.
I could scarcely stand on my feet.
- Ayaklarımın üzerinde güçlükle durabiliyordum.
They advocate complete abstinence.
- Onlar tüm formlarda içkiden uzak durmayı savunuyor.
They advocate complete abstinence.
- Onlar tüm formlarda içkiden uzak durmayı savunuyor.
The church teaches abstinence before marriage.
- Kilise evlilikten önce seksten uzak durmayı öğretir.
The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
- Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
Once the complaining starts, it never ends.
- Bir defa şikayet etmeye başladığında asla durmaz.
Let's wait for the rain to end!
- Yağmurun durmasını bekleyelim!
Black people had to sit in the back of the bus, or stand if the back was full.
- Siyah insanlar otobüsün arkasında oturmak ya da doluysa ayakta durmak zorunda kaldılar.
These two are standing abreast.
- Bu ikisi yan yana duruyor.
Someone is standing behind the wall.
- Birisi duvarın arkasında duruyor.
There is no rest for the weary.
- Durmak yok yola devam.
They wanted to stay out of international conflicts.
- Uluslararası tartışmalardan uzak durmak istediler.
You have to stay away from them.
- Onlardan uzak durmak zorundasın.
My house is close to a bus stop.
- Evim otobüs durağına yakın.
I'm getting off the train at the next stop.
- Sonraki durakta trenden ineceğim.
The car dove into the field and, after bumping along for a time, came to a halt.
- Araba tarlaya daldı ve bir süre sarsıldıktan sonra durma noktasına geldi.
The blue sports car came to a screeching halt.
- Mavi spor araba durma noktasına geldi.
The rule holds good in this case.
- Kural bu durumda geçerlidir.
I wonder how Tom is holding up.
- Acaba Tom'un durumu nasıl?
You've stalled the engine.
- Sen motoru durdurdun.
He pushed the stalled car with all his might.
- O, bütün gücüyle durmuş arabayı itti.