doğrusunda

listen to the pronunciation of doğrusunda
التركية - الإنجليزية
about
On all sides; around

Why, then, I see, ‘tis time to look about, / When every boy Alphonsus dares control.

On the point or verge of; going; in act of

And when Paul was now about to open his mouth, Gallio said unto the Jews, If it were a matter of wrong or wicked lewdness, O ye Jews, reason would that I should bear with you:.

about In addition to the uses shown below, about is used after some verbs, nouns, and adjectives to introduce extra information. About is also often used after verbs of movement, such as `walk' and `drive', and in phrasal verbs such as `mess about' and `set about', especially in British English
The Ministry of Rum Rum 101 Favorite Rums FAQ Glossary What's New Privacy Statement
(about, about html) • serraolaser - About serraolaser General Informations on serraolaser site [0, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15]
Products Apply Glossary
To a reserved position; half round; in the opposite direction; on the opposite tack; as, to face about; to turn one's self about
In circuit; circularly; by a circuitous way; around the outside; as, a mile about, and a third of a mile across
Concerning; with regard to; on account of; touching
About is used in front of a number to show that the number is not exact. In my local health centre there's about forty parking spaces The rate of inflation is running at about 2.7 percent. = approximately, around precisely
When you say that there is a particular quality about someone or something, you mean that they have this quality. I think there's something a little peculiar about the results of your test
adj [approximately/more or less] lebih kurang (lebih) 2 prep [concerning] tentang
Announcements Feedback
Class: ~ Details: This term is a hold over from the days of sail It means that the vessel has filled her sails on a new tack
If someone or something is about, they are present or available. There's lots of money about these days for schemes like this
Soil, Soil Mixtures, pH and Mulch
You use about to introduce who or what something relates to or concerns. She came in for a coffee, and told me about her friend Shona She knew a lot about food He never complains about his wife
as, about as cold; about as high; also of quantity, number, time
In the immediate neighborhood of; in contiguity or proximity to; near, as to place; by or on (ones person)
doğru
true

What he said is true. - Onun söylediği doğru.

His story may not be true. - Hikâyesi doğru olmayabilir.

doğru
accurate

Your analysis of the situation is accurate. - Sizin durum analiziniz doğrudur.

The clock on that tower is accurate. - O kuledeki saat doğrudur.

doğru
{s} correct

Please check the correct answer. - Lütfen doğru cevabı kontrol edin.

Regardless of the amount, Brian wants the correct, entire amount by next week. - Miktarı göz önünde bulundurmaksızın,Brian gelecek haftaya kadar doğru,tam miktar istiyor.

doğru
truth

To tell the truth, I am not your father. - Doğruyu söylemek gerekirse, ben senin baban değilim.

All you have to do is to tell the truth. - Tüm yapmanız gereken doğruyu söylemektir.

doğru
right

The right mind is the mind that does not remain in one place. - Doğru akıl bir yerde kalmayan akıldır.

It is right that you should write it. - Onu yazman gerektiği doğrudur.

doğru
straight

Give it to me straight. - Onu doğruca bana ver.

Jane will get straight A's. - Jane doğrudan A alacaktır.

doğru
through

In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future. - Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.

The man looked at Tom, then vanished through the stage door out into the dark London street. - Adam Tom'a baktı, sonra sahne kapısından dışarı karanlık Londra caddesine doğru gözden kayboldu.

doğru
authentic
doğru
{s} just

Tom showed up at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

Hope is when you suddenly run to the kitchen like a mad man to check if the empty chocolate cookie box you just finished an hour ago is magically full again. - Ümit; bir saat önce bitirdiğin çikolatalı çörek kutusunun sihirle tekrar dolup dolmadığını kontrol etmek için çılgın bir adam gibi birdenbire mutfağa doğru koştuğundadır.

doğru
for

He is the proper person for the job. - O, iş için doğru kişidir.

We've found him to be the right man for the job. - Biz, onun bu iş için doğru adam olduğunu keşfettik.

doğru
(Hukuk) fair

As soon as the three doctors had left the room, the Fairy went to Pinocchio's bed and, touching him on the forehead, noticed that he was burning with fever. - Üç doktor odadan çıkar çıkmaz Peri, Pinokyo'nun yatağına doğru gitti ve alnına dokununca onun ateşler içinde yandığını gördü.

Tom is telling the truth, I'm fairly certain. - Tom doğruyu söylüyor, ben oldukça eminim.

doğru
fair enough
doğru
due

Due to Tom's behavior, the court is convinced that Mary's account is accurate. - Tom'un davranışı nedeniyle mahkeme Mary'nin hesabının doğru olduğuna inanıyor.

doğru
{s} exact

That wasn't exactly true. - O tam olarak doğru değildi.

That's not exactly true. - O tam olarak doğru değil.

doğru
precisely

More precisely, it is the question of the meaning of life. - Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.

doğru
{s} honest

Honestly, I would think driving there daily is better than moving. - Doğrusu, her gün oraya arabayla gitmenin taşınmaktan daha iyi olduğunu düşünüyorum.

We're all a little scared, to be honest. - Doğrusu hepimiz biraz korktuk.

doğru
valid

Please validate this ticket. - Lütfen bu bileti doğrula.

Can you validate this parking ticket? - Bu otopark biletini doğrulayabilir misin?

doğru
thru
doğru
all right

Is it all right if I leave early this afternoon? - Bu öğleden sonra erken gidersek doğru olur mu?

I thought Tom did all right. - Tom'un tamamen doğru yaptığını düşünüyordum.

doğru
ways
doğru
actual

That's actually not true. - O aslında doğru değil.

Hey! This is not the right place. You should contact the actual national coach for information regarding this. - Hey! Bu doğru yer değil. Sen bununla ilgili bilgi için gerçek milli takım antrenörüyle temas kurmalısın.

doğru
suitable

It's dangerous to assume that all of the sentences in the Tatoeba Corpus are correct and suitable for language study. - Tatoeba külliyatındaki tüm cümleleri, dil eğitimi için doğru ve uygun saymak tehlikelidir.

doğru
short and to the point
doğru
as well

And yet, the contrary is always true as well. - Ne var ki aksi de her zaman doğrudur.

doğru
correctly

Everyone can help ensure that sentences sound correct, and are correctly spelled. - Herkes cümlelerin doğru seslendirilmesini ve doğru bir biçimde yazılmasını sağlamak için yardımcı olabilir.

If I remember correctly, Tom sold his car to Mary for only 500 dollars. - Eğer doğru hatırlıyorsam, Tom arabasını Mary'ye sadece 500 dolara sattı.

doğru
erect
doğru
on the beam
doğru
(Bilgisayar) literal
doğru
as sure as i'm sitting here
doğru
plumb
doğru
around

A lie can travel halfway around the world while the truth is putting on its shoes. - Doğru, daha ayakkabılarını giyememişken; yalan, dünyanın öbür ucuna gitmiştir bile.

Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point. - Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.

doğru
sound

Everyone can help ensure that sentences sound correct, and are correctly spelled. - Herkes cümlelerin doğru seslendirilmesini ve doğru bir biçimde yazılmasını sağlamak için yardımcı olabilir.

The story may sound strange, but it is true. - Hikaye garip gelebilir , ama doğru.

doğru
faithful
DOĞRU
straightforward
DOĞRU
straight forward
DOĞRU
forthright

I admire his forthrightness. - Onun doğruluğuna hayranım.

doğru
proper

Tom doesn't know how to pronounce my name properly. - Tom ismimi doğru dürüst nasıl telaffuz edeceğini bilmiyor.

Let's do this properly. - Hadi bunu doğru düzgün yapalım.

doğru
becoming
doğru
on the level
doğru
upstanding
doğru
upright
doğru
upfront
doğru
aboveboard
doğru
precise

More precisely, it is the question of the meaning of life. - Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.

doğru
fitting
doğru
base

Tom walked down into the basement. - Tom bodruma doğru yürüdü.

The validation methodology was based also on Bowling's reports. - Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.

doğru
mathematical
doğru
above board
doğru
accurate to
doğru
truer
doğru
direct

Physical changes are directly related to aging. - Fiziksel değişiklikler doğrudan yaşlanmayla ilgilidir.

Excuse me. Can you direct me to the nearest subway station? - Affedersiniz. Beni en yakın tramvay istasyonuna doğru yönlendirebilir misiniz?

doğru
(Konuşma Dili) a correct answer (in a test)
doğru
truthful

Don't expect me to be truthful when you keep lying to me so blatantly. - Bana göz göre göre yalan söylemeyi sürdürürken benden doğru sözlü olmamı bekleme.

Will you answer all my questions truthfully? - Bütün sorularımı doğru şekilde cevaplar mısın?

doğru
thro

The submarine had to break through a thin sheet of ice to surface. - Denizaltı yüzeye doğru ince bir buz tabakasını yarıp geçmek zorunda kaldı.

The man looked at Tom, then vanished through the stage door out into the dark London street. - Adam Tom'a baktı, sonra sahne kapısından dışarı karanlık Londra caddesine doğru gözden kayboldu.

doğru
cheese
doğru
straight line

In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future. - Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.

doğru
correct, accurate
doğru
honest, good (person)
doğru
guileless
doğru
the thing
doğru
according to Cocker
doğru
exactly

That's not exactly true. - O tam olarak doğru değil.

That wasn't exactly true. - O tam olarak doğru değildi.

doğru
orthodox
doğru
ortho
doğru
That's true

I don't think that that's true. - Onun doğru olduğunu sanmıyorum.

Tom thinks that's true. - Tom onun doğru olduğunu düşünüyor.

doğru
toward, in the direction of
doğru
the right

Tell me the right time, please. - Bana doğru saati söyle, lütfen.

Mark the right answer. - Doğru cevabı işaretleyin.

doğru
honest injun
doğru
proper, suitable
doğru
up to

Mike walked up to the boy. - Mike çocuğa doğru yanaştı.

A policeman came up to him. - Bir polis ona doğru geldi.

doğru
righteous

I never said that he was righteous. - Onun doğru olduğunu hiç söylemedim.

doğru
quite so!
doğru
straight, direct; true; right; correct, accurate, exact, precise; proper, suitable; fair; honest, faithful, straightforward, aboveboard; line; truth, right; towards, toward; (zaman) around, about; straight; rightly, correctly, truly
doğru
(Matematik) line
doğru
aright
doğru
truly, correctly
doğru
according to Hoyle
doğru
toward, near the time of
doğru
square

Tom threw a pillow at Mary and the pillow hit her squarely in the face. - Tom Mary'ye bir yastık attı ve yastık doğrudan onun yüzüne çarptı.

doğru
the truth

To tell the truth, I'm tired of violent movies. - Doğrusunu söylemek gerekirse, ben şiddet filmlerinden bıktım.

To tell the truth, I am not your father. - Doğruyu söylemek gerekirse, ben senin baban değilim.

doğru
spot on
doğru
straight, directly
doğru
sincere

He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him. - O genellikle doğru sözlü ve içten ve bu sebeple onunla tanışanların güvenini kazanır.

doğru
attic
doğru
beam
doğru
toward

He went to the beach, and looked far across the sea toward the horizon. - O plaja gitti, ve denizin üzerinden ufka doğru baktı.

The road curves gently towards the west. - Yol batıya doğru hafifçe kıvrılır.

doğru
sooth
doğru
eact
doğru
moral

The arc of the moral universe is long, but it bends toward justice. - Ahlaki evrenin yayı uzun, ancak adalete doğru eğilir.

Never let your sense of morals prevent you from doing what is right. - Ahlak anlayışının seni doğru olanı yapmaktan alıkoymasına asla izin verme.

doğru
upto
doğru
{i} hear! hear!
doğru
forwards

Why is it easier to park the car backwards than forwards? - Arabayı geriye doğru park etmek neden ileriye doğru park etmekten daha kolaydır?

His handwriting slants forwards, whereas hers slants backwards. - Onunki geriye doğru eğimli iken onun el yazısı ileri doğru eğimlidir.

doğru
towards

It finally stopped raining towards evening. - Nihayet akşama doğru yağmur durdu.

Tom and his friends headed towards the beach. - Tom ve arkadaşları sahile doğru gitti.

doğru
ward,wards
doğru
to
doğru
straight as a die
doğru
quite so
التركية - التركية

تعريف doğrusunda في التركية التركية القاموس.

Doğru
sevap
Doğru
rast
Doğru
korekt
Doğru
(Osmanlı Dönemi) MEHAVE
doğru
Gerçek, yalan olmayan
doğru
Akla, mantığa uygun
doğru
Bir ucundan öbür ucuna kadar yönü değişmeyen, eğri ve çarpık karşıtı
doğru
Akla, mantığa, gerçeğe veya kurala uygun: "Bunları sana şimdiden söylemek daha doğrudur."- A. Gündüz
doğru
Gerçek, hakikat: "Söyleyin doğrusunu, siz insanoğlunun ahlaklı olabileceğine inanmıyorsunuz."- N. Ataç. İki nokta arasındaki en kısa çizgi
doğru
Yanlışsız, eksiksiz
doğru
Gerçek, hakikat
doğru
Karşı yönünce
doğru
Yasa, yöntem ve ahlaka bağlı, dürüst, namuslu
doğru
Gerçeğe veya kurala uygun
doğru
İki nokta arasındaki en kısa çizgi
doğru
Hiçbir yöne sapmadan, dosdoğru, doğruca
doğru
Karşı yönünce: "Yüzü sapsarı bir kadın iskeleye doğru yürüdü."- S. F. Abasıyanık
doğru
Yakın, yakınlarında: "Şafağa doğru otomobil sesi duyuldu."- F. R. Atay
doğru
Yakın, yakınlarında
doğrusunda
المفضلات