The story seems true.
- Hikâye doğru görünüyor.
I'll be damned if it's true.
- Eğer o doğruysa mahvoldum demektir.
Honestly, I am not the most accurate person on earth.
- Dürüst olmak gerekirse, ben dünyada en doğru kişi değilim.
The sentence is not grammatically accurate.
- Cümle dil bilgisi yönünden doğru değildir.
Don't change sentences that are correct. You can, instead, submit natural-sounding alternative translations.
- Doğru olan cümleleri değiştirmeyin. Yerine doğal görünen alternatif çeviriler ekleyebilirsiniz.
Regardless of the amount, Brian wants the correct, entire amount by next week.
- Miktarı göz önünde bulundurmaksızın,Brian gelecek haftaya kadar doğru,tam miktar istiyor.
All you have to do is to tell the truth.
- Tüm yapmanız gereken doğruyu söylemektir.
She speaks the truth.
- Onun konuşması doğrudur.
It is right that you should write it.
- Onu yazman gerektiği doğrudur.
One of these two methods is right.
- Bu iki yöntemden biri doğrudur.
Show us the straight path.
- Bize doğru yolu göster.
After the meeting she headed straight to her desk.
- Toplantıdan sonra o doğrudan masasına doğru yöneldi.
The man looked at Tom, then vanished through the stage door out into the dark London street.
- Adam Tom'a baktı, sonra sahne kapısından dışarı karanlık Londra caddesine doğru gözden kayboldu.
Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
Hope is when you suddenly run to the kitchen like a mad man to check if the empty chocolate cookie box you just finished an hour ago is magically full again.
- Ümit; bir saat önce bitirdiğin çikolatalı çörek kutusunun sihirle tekrar dolup dolmadığını kontrol etmek için çılgın bir adam gibi birdenbire mutfağa doğru koştuğundadır.
Tom crawled into bed just before midnight.
- Tom tam gece yarısından önce yatağa doğru gitti.
We've found him to be the right man for the job.
- Biz, onun bu iş için doğru adam olduğunu keşfettik.
The ship made for the shore.
- Gemi kıyıya doğru gitti.
Tom is telling the truth, I'm fairly certain.
- Tom doğruyu söylüyor, ben oldukça eminim.
As soon as the three doctors had left the room, the Fairy went to Pinocchio's bed and, touching him on the forehead, noticed that he was burning with fever.
- Üç doktor odadan çıkar çıkmaz Peri, Pinokyo'nun yatağına doğru gitti ve alnına dokununca onun ateşler içinde yandığını gördü.
Due to Tom's behavior, the court is convinced that Mary's account is accurate.
- Tom'un davranışı nedeniyle mahkeme Mary'nin hesabının doğru olduğuna inanıyor.
That's not exactly true.
- O tam olarak doğru değil.
That wasn't exactly true.
- O tam olarak doğru değildi.
More precisely, it is the question of the meaning of life.
- Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.
We're all a little scared, to be honest.
- Doğrusu hepimiz biraz korktuk.
Honestly, I am not the most accurate person on earth.
- Dürüst olmak gerekirse, ben dünyada en doğru kişi değilim.
Can you validate this parking ticket?
- Bu otopark biletini doğrulayabilir misin?
Please validate this ticket.
- Lütfen bu bileti doğrula.
I thought Tom did all right.
- Tom'un tamamen doğru yaptığını düşünüyordum.
Is it all right if I leave early this afternoon?
- Bu öğleden sonra erken gidersek doğru olur mu?
What Tom said is actually true.
- Tom'un söylediği gerçekten doğru.
Do you actually think that's true?
- Bunun doğru olduğunu gerçekten düşünüyor musun?
It's dangerous to assume that all of the sentences in the Tatoeba Corpus are correct and suitable for language study.
- Tatoeba külliyatındaki tüm cümleleri, dil eğitimi için doğru ve uygun saymak tehlikelidir.
And yet, the contrary is always true as well.
- Ne var ki aksi de her zaman doğrudur.
Everyone can help ensure that sentences sound correct, and are correctly spelled.
- Herkes cümlelerin doğru seslendirilmesini ve doğru bir biçimde yazılmasını sağlamak için yardımcı olabilir.
If I remember correctly, that's the song Tom sang at Mary's wedding.
- Eğer doğru hatırlıyorsam, o, Tom'un Mary'nin düğününde söylediği şarkı.
Stop beating around the bush and give it to me straight!
- Lafı uzatma ve bana doğruyu söyle!
A lie can travel halfway around the world while the truth is putting on its shoes.
- Doğru, daha ayakkabılarını giyememişken; yalan, dünyanın öbür ucuna gitmiştir bile.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
The story didn't sound true.
- Hikaye doğru görünmüyordu.
I admire his forthrightness.
- Onun doğruluğuna hayranım.
Tom doesn't know how to pronounce my name properly.
- Tom ismimi doğru dürüst nasıl telaffuz edeceğini bilmiyor.
If you understand, then do it properly.
- Eğer anlıyorsan, öyleyse onu doğru dürüst yap.
More precisely, it is the question of the meaning of life.
- Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.
Tom walked down into the basement.
- Tom bodruma doğru yürüdü.
The validation methodology was based also on Bowling's reports.
- Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.
Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
Excuse me. Can you direct me to the nearest subway station?
- Affedersiniz. Beni en yakın tramvay istasyonuna doğru yönlendirebilir misiniz?
Will you answer all my questions truthfully?
- Bütün sorularımı doğru şekilde cevaplar mısın?
Don't expect me to be truthful when you keep lying to me so blatantly.
- Bana göz göre göre yalan söylemeyi sürdürürken benden doğru sözlü olmamı bekleme.
Through trial and error, he found the right answer by chance.
- Deneme yanılma yoluyla doğru cevabı buldu.
The man looked at Tom, then vanished through the stage door out into the dark London street.
- Adam Tom'a baktı, sonra sahne kapısından dışarı karanlık Londra caddesine doğru gözden kayboldu.
In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
- Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
That's not exactly an accurate comparison.
- O tam olarak doğru bir karşılaştırma değil.
That isn't exactly right.
- Bu tam olarak doğru değil.
Tom thinks that's true.
- Tom onun doğru olduğunu düşünüyor.
I don't think that that's true.
- Onun doğru olduğunu sanmıyorum.
Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
Please circle the right answer.
- Lütfen doğru cevabı daire içine alın.
A strange man came up to us.
- Tuhaf bir adam bize doğru geldi.
Mike walked up to the boy.
- Mike çocuğa doğru yanaştı.
I never said that he was righteous.
- Onun doğru olduğunu hiç söylemedim.
Tom threw a pillow at Mary and the pillow hit her squarely in the face.
- Tom Mary'ye bir yastık attı ve yastık doğrudan onun yüzüne çarptı.
All you have to do is to tell the truth.
- Tüm yapmanız gereken doğruyu söylemektir.
She speaks the truth.
- Onun konuşması doğrudur.
He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him.
- O genellikle doğru sözlü ve içten ve bu sebeple onunla tanışanların güvenini kazanır.
Tom and his friends headed towards the beach.
- Tom ve arkadaşları sahile doğru gitti.
The road curves gently towards the west.
- Yol batıya doğru hafifçe kıvrılır.
The arc of the moral universe is long, but it bends toward justice.
- Ahlaki evrenin yayı uzun, ancak adalete doğru eğilir.
Never let your sense of morals prevent you from doing what is right.
- Ahlak anlayışının seni doğru olanı yapmaktan alıkoymasına asla izin verme.
His handwriting slants forwards, whereas hers slants backwards.
- Onunki geriye doğru eğimli iken onun el yazısı ileri doğru eğimlidir.
Life can only be understood backwards, but it must be lived forwards.
- Hayat sadece geriye doğru anlaşılabilir ama ileriye doğru yaşanmalıdır.
Tom and his friends headed towards the beach.
- Tom ve arkadaşları sahile doğru gitti.
The road curves gently towards the west.
- Yol batıya doğru hafifçe kıvrılır.