His answer is far from right.
- Onun yanıtı doğruluktan uzak.
The story seems true.
- Hikâye doğru görünüyor.
I'll be damned if it's true.
- Eğer o doğruysa mahvoldum demektir.
Honestly, I am not the most accurate person on earth.
- Dürüst olmak gerekirse, ben dünyada en doğru kişi değilim.
Your analysis of the situation is accurate.
- Sizin durum analiziniz doğrudur.
Please check the correct answer.
- Lütfen doğru cevabı kontrol edin.
Regardless of the amount, Brian wants the correct, entire amount by next week.
- Miktarı göz önünde bulundurmaksızın,Brian gelecek haftaya kadar doğru,tam miktar istiyor.
All you have to do is to tell the truth.
- Tüm yapmanız gereken doğruyu söylemektir.
If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence.
- Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.
Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
It is right that you should write it.
- Onu yazman gerektiği doğrudur.
He said the words came straight from his heart.
- O kelimelerin doğruca kalbinden geldiğini söyledi.
Show us the straight path.
- Bize doğru yolu göster.
Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
- Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
Hope is when you suddenly run to the kitchen like a mad man to check if the empty chocolate cookie box you just finished an hour ago is magically full again.
- Ümit; bir saat önce bitirdiğin çikolatalı çörek kutusunun sihirle tekrar dolup dolmadığını kontrol etmek için çılgın bir adam gibi birdenbire mutfağa doğru koştuğundadır.
If I remember correctly, Tom sold his car to Mary for just 500 dollars.
- Eğer doğru hatırlıyorsam, Tom arabasını Mary'ye sadece 500 dolara sattı.
The sun having set, we all started for home.
- Güneş batarken, hepimiz eve doğru hareket ettik.
The ship made for the shore.
- Gemi kıyıya doğru gitti.
Tom is telling the truth, I'm fairly certain.
- Tom doğruyu söylüyor, ben oldukça eminim.
As soon as the three doctors had left the room, the Fairy went to Pinocchio's bed and, touching him on the forehead, noticed that he was burning with fever.
- Üç doktor odadan çıkar çıkmaz Peri, Pinokyo'nun yatağına doğru gitti ve alnına dokununca onun ateşler içinde yandığını gördü.
Due to Tom's behavior, the court is convinced that Mary's account is accurate.
- Tom'un davranışı nedeniyle mahkeme Mary'nin hesabının doğru olduğuna inanıyor.
That wasn't exactly true.
- O tam olarak doğru değildi.
It isn't totally exact.
- Bu tamamen doğru değil.
More precisely, it is the question of the meaning of life.
- Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.
I honestly have no idea.
- Doğrusu hiçbir fikrim yok.
I honestly didn't think Tom would show up.
- Doğrusu Tom'un ortaya çıkacağını düşünmemiştim.
The validation methodology was based also on Bowling's reports.
- Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.
Can you validate this parking ticket?
- Bu otopark biletini doğrulayabilir misin?
Is it all right to use a flash here?
- Burada bir flaş kullanmak doğru mu?
I thought Tom did all right.
- Tom'un tamamen doğru yaptığını düşünüyordum.
Hey! This is not the right place. You should contact the actual national coach for information regarding this.
- Hey! Bu doğru yer değil. Sen bununla ilgili bilgi için gerçek milli takım antrenörüyle temas kurmalısın.
What Tom said is actually true.
- Tom'un söylediği gerçekten doğru.
It's dangerous to assume that all of the sentences in the Tatoeba Corpus are correct and suitable for language study.
- Tatoeba külliyatındaki tüm cümleleri, dil eğitimi için doğru ve uygun saymak tehlikelidir.
And yet, the contrary is always true as well.
- Ne var ki aksi de her zaman doğrudur.
If I remember correctly, that's the song Tom sang at Mary's wedding.
- Eğer doğru hatırlıyorsam, o, Tom'un Mary'nin düğününde söylediği şarkı.
Everyone can help ensure that sentences sound correct, and are correctly spelled.
- Herkes cümlelerin doğru seslendirilmesini ve doğru bir biçimde yazılmasını sağlamak için yardımcı olabilir.
The cat was strutting around the yard, when it suddenly ran into the house.
- o evine içine doğru koştuğunda , kedi kasılarak ipliğin etrafında yürüyordu.
Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point.
- Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
The story may sound strange, but it is true.
- Hikaye garip gelebilir , ama doğru.
I admire his forthrightness.
- Onun doğruluğuna hayranım.
He is the proper person for the job.
- O, iş için doğru kişidir.
If you understand, then do it properly.
- Eğer anlıyorsan, öyleyse onu doğru dürüst yap.
More precisely, it is the question of the meaning of life.
- Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.
Tom walked down into the basement.
- Tom bodruma doğru yürüdü.
The validation methodology was based also on Bowling's reports.
- Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.
Why don't you tell her directly?
- Neden doğrudan ona söylemiyorsun?
Excuse me. Can you direct me to the nearest subway station?
- Affedersiniz. Beni en yakın tramvay istasyonuna doğru yönlendirebilir misiniz?
Will you answer all my questions truthfully?
- Bütün sorularımı doğru şekilde cevaplar mısın?
I think Tom is truthful.
- Tom'un doğru olduğunu düşünüyorum.
The man looked at Tom, then vanished through the stage door out into the dark London street.
- Adam Tom'a baktı, sonra sahne kapısından dışarı karanlık Londra caddesine doğru gözden kayboldu.
Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
- Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
That wasn't exactly true.
- O tam olarak doğru değildi.
That's not exactly true.
- O tam olarak doğru değil.
I don't know if that's true.
- Onun doğru olup olmadığını bilmiyorum.
I've heard it said that it's harder to please a woman than to please a man. I wonder if that's true.
- Bir kadını memnun etmenin bir erkeği memnun etmekten daha zor olduğunun söylendiğini duydum. Doğru olup olmadığını merak ediyorum.
Please circle the right answer.
- Lütfen doğru cevabı daire içine alın.
Tell me the right time, please.
- Bana doğru saati söyle, lütfen.
The dog came running up to me.
- Köpek koşarak bana doğru geldi.
A strange man came up to us.
- Tuhaf bir adam bize doğru geldi.
I never said that he was righteous.
- Onun doğru olduğunu hiç söylemedim.
Tom threw a pillow at Mary and the pillow hit her squarely in the face.
- Tom Mary'ye bir yastık attı ve yastık doğrudan onun yüzüne çarptı.
To tell the truth, I am not your father.
- Doğruyu söylemek gerekirse, ben senin baban değilim.
If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence.
- Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.
He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him.
- O genellikle doğru sözlü ve içten ve bu sebeple onunla tanışanların güvenini kazanır.
The road curves gently towards the west.
- Yol batıya doğru hafifçe kıvrılır.
The girls came singing toward the crowd.
- Kızlar kalabalığa doğru şarkı söyleyerek geldi.
The arc of the moral universe is long, but it bends toward justice.
- Ahlaki evrenin yayı uzun, ancak adalete doğru eğilir.
Never let your sense of morals prevent you from doing what is right.
- Ahlak anlayışının seni doğru olanı yapmaktan alıkoymasına asla izin verme.
Life can only be understood backwards, but it must be lived forwards.
- Hayat sadece geriye doğru anlaşılabilir ama ileriye doğru yaşanmalıdır.
His handwriting slants forwards, whereas hers slants backwards.
- Onunki geriye doğru eğimli iken onun el yazısı ileri doğru eğimlidir.
The road curves gently towards the west.
- Yol batıya doğru hafifçe kıvrılır.
The woman stood up from the chair and looked towards the door.
- Kadın sandalyeden kalktı ve kapıya doğru baktı.