dikilen

listen to the pronunciation of dikilen
التركية - الإنجليزية
standing

Who's that woman standing over there? - Şurada dikilen kadın kim?

According to an old Christmas custom, if a woman is caught standing under hanging mistletoe, a man may kiss her. - Eski bir Noel geleneğine göre, eğer bir kadın dikilen ökseotunun altında dururken yakalanırsa, bir adam onu ​​öpebilir.

Present participle of stand.; in the process of coming to an upright position
The position of a team in a league or of a player in a list: "After their last win, their standing went up three places"
Duration
Position or reputation in society or a profession: "He does not have much of a standing as a chemist"
A person's right to bring a lawsuit because he or she is directly affected by the issue raised
Remaining erect; not cut down; as, standing corn
(of fluids) not moving or flowing; "mosquitoes breed in standing water"
The right to take part in legal proceedings
having a supporting base; "a standing lamp"
The act of stopping, or coming to a stand; the state of being erect upon the feet; stand
the act of assuming or maintaining an erect upright position
It is an ordinary foul for any player except the goalie to take an active part in the game when standing on the bottom of the pool
Many orders per requisition, each order gets one delivery
permanent; "a standing army"
It is ordinary foul for any player except the goalie to take an active part in the game when standing on the bottom of the pool
{i} status, reputation; duration, length of time; act of one who stands; place where one stands
Not flowing; stagnant; as, standing water
Performed from an erect position
Not transitory; not liable to fade or vanish; lasting; as, a standing color
Condition in society; relative position; reputation; rank; as, a man of good standing, or of high standing
dik
perpendicular

Dancing is a perpendicular expression of a horizontal desire. - Dans, yatay arzunun dikey bir ifadesidir.

dik
upright

An empty bag can't stand upright. - Boş torba dik duramaz.

She stood bolt upright. - O civatayı dik durdurdu.

dik
steep

He stared at the steep slope. - O, dik yamaca bakakaldı.

The climb will be steep and difficult. - Tırmanış dik ve zor olacak.

dik
{s} vertical

Keep away from the vertical cliff! she shouted. - Dikey kayalıklardan uzak durun! o bağırdı.

He drew some vertical lines on the paper. - Kağıt üzerinde bazı dikey çizgiler çizdi.

dik
erect

They erected a statue in memory of Gandhi. - Onlar Gandhi'nin anısına bir heykel diktiler.

This statue was erected ten years ago. - Bu anıt on yıl önce dikildi.

dik
(Biyokimya) longitudinal
dik
perpendicular to
dik
fixed

Everyone's eyes were fixed upon her. - Herkesin gözleri ona dikildi.

He fixed his eyes on me. - Gözlerini bana dikti.

dik
abrupt
dik
scarped
dik
{f} potting
dik
stick up
dik
{f} transplanted

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

dik
{f} pot

You should look out for potholes when driving. - Araba sürerken çukurlara dikkat etmelisin.

Tom gave Mary a potted plant. - Tom Mary'ye saksıya dikilmiş bir bitki verdi.

dik
sew

Mom was busy with her sewing. - Annem dikiş işleriyle meşguldü.

Would you sew a button on my shirt? - Gömleğime bir düğme diker misin?

dik
{f} sewing

Mom was busy with her sewing. - Annem dikiş işleriyle meşguldü.

I bought a new sewing machine. - Ben, yeni bir dikiş makinesi satın aldım.

dik
{f} stitching
dik
endwise
dik
{f} sewn

How beautiful my sewn drapes are. - Dikili perdelerim ne kadar güzel.

dik
{f} sewed

She sewed a button on her coat. - O, ceketine bir düğme dikti.

Her mother sewed a skirt for her. - Annesi ona bir etek dikti.

dik
transplant

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

dik
endways
dik
{f} transplanting
dik
{f} suture
dik
sew on

Do you have a needle to sew on these buttons? - Bu düğmeleri dikmek için bir iğnen var mı?

Can you sew on these buttons for me? - Sen bu düğmeleri benim için dikebilir misin?

dik
{f} stitch

I think Tom needs stitches. - Sanırım Tom'un dikişlere ihtiyacı var.

The doctor gave her four stitches. - Doktor ona dört dikiş attı.

dik
implant
dik
{f} suturing
dik
intent

Tom is listening intently. - Tom dikkatle dinliyor.

Everyone but Tom listened intently. - Tom'dan başka herkes dikkatle dinledi.

dik
{s} up
dik
{s} arduous
dik
steeper

The higher we climbed, the steeper became the mountain. - Ne kadar yükseğe tırmanırsak dağlar o kadar dik olur.

dik
{f} plant

In order to make us and everyone else remember this day, I ask everyone to plant a tree with us. - Bize ve başka herkese bu günü hatırlatmak için, bizimle birlikte herkese bir ağaç dikmesini rica ediyorum.

About a dozen trees had soon been planted. - Yaklaşık bir düzine ağaç kısa sürede dikilmişti.

dik
precipitous
dik
sheer
dik
straight, upright, erect (in standing)
dik
(açı) right
dik
rapid
dik
(Geometri) right
dik
stiff

Tom's a stiff-necked old man. - Tom dik kafalı yaşlı bir adam.

dik
sharp, biting (remark)
dik
bluff
dik
upstanding
dik
straight

Sami looked Layla straight in the eye. - Sami, Leyla'ya dik dik baktı.

It is hard for an empty sack to stand straight. - Boş bir çuvalın dik durması zordur.

dik
uprightly
dik
bold

This morning at the station, her attention was caught by a poster with bold letters. - Bu sabah istasyonda, kalın harfli bir afiş onun dikkatini çekti.

dik
perpendicular, vertical; straight, upright, erect; steep, rapid, precepitous; intent, fixed, penetrating; right
dik
fixed, penetrating, intent (look)
dik
(saç) rough
dik
jagged
dik
stand up
dik
square

If a triangle has two right angles, it's a square missing one side. - Bir üçgenin iki dik açısı varsa, o bir kenarı eksik bir karedir.

The boxes are rectangular, not square. - Kutular dikdörtgendir, kare değil.

dik
horny
dik
darn
dik
standup
dik
plumb
dik
endlong
dik
darning
temsili mezara dikilen taş
cenotaph
التركية - التركية

تعريف dikilen في التركية التركية القاموس.

DÎK
(Osmanlı Dönemi) Darlık, sıkıntı. Gam. Kalbe sıkıntı veren
DİK
(Osmanlı Dönemi) Horoz
dik
Sert, kalın, tok
dik
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan
dik
Birbirine dikey olan doğrulardan oluşmuş
dik
Ters, aksi
dik
Horoz
dik
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan: "Sağlam yapılı, dik duruşlu bir gençti o yıllarda."- N. Cumalı
dik
Sert
dik
Yatık durmayan, sert
dik
Eğimi dike yakın olan: "Dik bir dereye indiler."- Ö. Seyfettin
dik
Buğday tanesine keşkekliğe çeviren su değirmeni
dik
Derin duvar
dik
Sert (bakış)
dik
Kaba, yersiz (davranış): "Kaba denilecek kadar ani ve dik bir davranışla halasını bıraktı ve kalktı."- H. E. Adıvar
dik
Sert, kalın, tok (ses): "Sesi dik ve küstahtı, söylediklerini aşağı salonda bekleşen komşular işittiler."- A. İlhan
dik
Ters, aksi (söz)
dik
Kaba, yersiz
dik
Eğimi dike yakın olan
dikilen
المفضلات