Tom has no moral values.
- Tom'un ahlaki değerleri yok.
Probably, the prime minister means 'politics based on religious values.'
- Muhtemelen Başbakan, dinî değerlere dayalı siyaseti kast ediyordur.
It is of little value.
- O, çok az değerlidir.
Jefferson believed firmly in the value of education.
- Jefferson eğitimin değerine kesin olarak inanıyordu.
The museum is worth a visit.
- Müze görülmeye değer.
Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting.
- İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.
I think it's worth the price.
- Sanırım bu fiyata değer.
Stock prices fell quickly.
- Hisse senedi değerleri çabucak düştü.
How would you rate that?
- Bunu nasıl değerlendirirdin?
The value of the dollar declines as the rate of inflation rises.
- Doların değeri enflasyonun yükselme oranında düşer.
Valuation is not always objective.
- Değerlendirme her zaman objektif değildir.
To do good to others is a meritorious act; to hurt others is a sin.
- Başkalarına iyilik etmek değerli bir harekettir; başkalarını incitmek bir günahtır.
It is worthwhile learning Spanish.
- İspanyolca öğrenmeye değer.
It is worthwhile considering what it is that makes people happy.
- İnsanları mutlu eden şeyin ne olduğunu düşünmeye değer.
Your suggestion amounts to an order.
- Öneriniz emir değerindedir.
All socks are very precious.
- Tüm çoraplar çok değerlidir.
Time is more precious than anything else.
- Zaman başka herhangi bir şeyden daha değerlidir.
In the desert, water is worth its weight in gold.
- Çölde, suyun ağırlığı altın değerindedir.
Tom and I don't share the same values.
- Tom ve ben aynı değerleri paylaşmayız.
She values health above wealth.
- O sağlığa zenginliğin üzerinde değer verir.
Tom has no moral values.
- Tom'un ahlaki değerleri yok.
He has no moral values.
- O hiçbir ahlaki değere sahip değil.
This is the love that esteems others better than oneself.
- Bu başkalarını kendinden daha iyi değer veren sevgidir.
Sami was a much esteemed teacher.
- Sami çok değerli bir öğretmendi.
This is a book worth reading.
- Bu kitap okumaya değer.
I think this book is worth reading.
- Sanırım bu kitap okumaya değer.
Sugary drinks have no nutritional value and contribute significantly to weight gain.
- Şekerli içeceklerin hiçbir besin değeri yoktur ve kilo almaya önemli ölçüde etki ederler.
The dress was worth its weight of gold.
- Elbise, ağırlığınca altına değerdi.
He dreamt one night that he found a beautiful purple flower, and that in the middle of it lay a costly pearl.
- Bir gece rüyasında, güzel mor bir çiçek bulduğunu ve çiçeğin ortasında da değerli bir mücevher bulunduğunu gördü.
That coat may have cost a lot of money, but it's worth it.
- O palto çok paraya malolmuş olabilir ama o ona değer.
In judging his work, we must take his lack of experience into account.
- İşini değerlendirirken, onun deneyim eksikliğini de hesaba katmalıyız.
When a currency depreciates, that has an inflationary effect on the economy of the country of the currency.
- Bir para birimi değer kaybettiği zaman, bu para ülke ekonomisi üzerinde enflasyonist bir etkiye sahiptir.
In several European countries, the current currency is the euro. Its symbol is €. One euro is worth about two Turkish lira.
- Birtakım Avrupa ülkelerinde geçerli para birimi avrodur. Simgesi € şeklindedir. Bir avro yaklaşık iki Türk lirası değerindedir.
There was nothing worthy of remark at the fair.
- Fuarda dikkate değer bir şey yoktu.
The event is worthy of remembrance.
- Olay hatırlamaya değer.
The event is worthy of remembrance.
- Olay hatırlamaya değer.
This book is worthy of attention.
- Bu kitap dikkate değer.
Tom figured it was worth a try.
- Tom bunun denemeye değer olduğunu düşündü.
My existence is worthless and meaningless.
- Benim varlığım değersiz ve anlamsız.