Bu takriben doğru görünüyor.
- That seems about right.
Takriben senin yaşındayız.
- We are about your age.
Hemen hemen her şeye alışabilirim.
- I can get used to just about anything.
İnsanlara Lise yıllarında en çok pişman olduğunuz şey nedir? diye sorduğumda, hemen hemen hepsi aynı şeyi söylerler: Zamanımızın çoğunu boşa harcadık.
- When I ask people what they regret most about high school, they nearly all say the same thing: that they wasted so much time.
Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
- Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
Çeşitli şeyler hakkında konuştuk.
- We talked about various things.
Bu sandalyeyi onartmak aşağı yukarı ne tutar?
- About how much would it cost to have this chair repaired?
Tokyo borsasında, aşağı yukarı 450 şirketin hisse senetleri sayaç üzerinde işlem gördü.
- In the Tokyo stock market, stocks of about 450 companies are traded over the counter.
Öyle şeyler konusunda bilgim yok.
- I don't know about things like that.
Bugün, bir sürü insan işsiz kalma konusunda endişeleniyor.
- Today, many people worry about losing their jobs.
Çocuklarını etrafında topladı.
- She gathered her children about her.
Bahçenin etrafında yüksek bir duvar vardı.
- There was a high wall about the garden.
Tom, Vikingler'in dünya tarihine etkileri üzerine beş dakikalık bir sunum yaptı.
- Tom gave a five-minute presentation about the influence of the Vikings on world history.
Bir parça kağıdın üzerine, yanınızda oturan kişi hakkında hoşlandığınız bir şey yazın lütfen.
- Please write, on a piece of paper, something you like about the person sitting next to you.
Onun evi buralarda bir yerde.
- His house is somewhere about here.
Buralarda bir kulübe vardı.
- There used to be a hut about here.
O, evin etrafına bakındı.
- He looked about the house.
Tom ayağa kalktı ve etrafına baktı.
- Tom stood up and looked about.
'I'll tell you what, Fanny: she must have her way about Sarah Thompson. You can see her to-morrow and tell her so.