Yalnızca kütüphanede çalışırım.
- I only study in the library.
Ödevini yaptın mı? Toplantı yalnızca iki gün sonra.
- Did you do your homework? The meeting is only two days away.
Sadece birkaç kişi beni anladı.
- Only a few people understood me.
İstasyondan yürüyerek eve gitmek sadece beş dakika.
- Walking from the station to the house takes only five minutes.
Sadece birkaç kişi beni anladı.
- Only a few people understood me.
Geçmiş sadece bilinir, değişmez. Gelecek ise sadece değişir, bilinmez.
- The past can only be known, not changed. The future can only be changed, not known.
Yalnızca her birey ona karşı harekete geçmeye karar verirse, AIDS durdurulabilir.
- AIDS can be stopped only if every person decides to take action against it.
Yalnızca kütüphanede çalışırım.
- I only study in the library.
O, biricik oğlunu gömdü.
- She has buried her only son.
Sen onun biricik arkadaşıydın.
- You were his only friend.
Bir tek ben mi partiye gideceğim?
- Will I be the only one going to the party?
Sorun sadece bir tek şekilde yorumlanabilir.
- The question can only be interpreted a single way.
Ancak, sadece insan topluluğunun bir iletişim aracı olarak sözlü dili vardır.
- However, only the human community has verbal languages as a means of communication.
Tom ancak kendini suçlayabilir.
- Tom has only himself to blame.
Kabul ediyorum, ama sadece tek bir şartla.
- I accept, but only under one condition.
İstasyona aceleyle gittik, ama treni kaçırdık.
- We hurried to the station only to miss the train.
Yani sonuçta, Web'i dil öğrenmede daha iyi bir yer yapmak için biz Tatoeba ile sadece temelleri inşa ediyoruz.
- So ultimately, with Tatoeba we are only building the foundations… to make the Web a better place for language learning.
Biraz daha sabırlı olsaydın, bulmacayı yapabilecektin.
- You'd be able to do the puzzle if only you had a little bit more patience.