Bir harita getirmediğim için kendimi tekmeleyebilirdim.
- I could kick myself for not bringing a map.
Oyuna kimi getiriyorsun?
- Who are you bringing to the play?
Oyuna kimi getiriyorsun?
- Who are you bringing to the play?
Onu buraya getirirken aklından ne geçiyordu?
- What on earth were you thinking, bringing him here?
Bu, denize su getirmek gibidir.
- This is like bringing water to the sea.
Oğlumu ofisinize getirmek zorunda mıyım?
- Do I have to bring my son to your office?
Öğle yemeğini getirmek zorunda değilsin.
- You do not have to bring your lunch.
Tayland'da, çocuk yetiştirme babanın sorumluluğu değildir; tamamen anneye aittir.
- In Thailand, bringing up the children isn't the father's responsibility; it's entirely up to the mother.
Bana dergileri getir.
- Bring me the magazines.
Çünkü biz sizi seviyoruz, daha iyi bir kullanıcı deneyimi getirmek için Tatoeba'yı güncelleştiriyoruz. Gördünüz mü? Biz sizi seviyoruz ha?
- Because we love you, we are updating Tatoeba to bring you a better user experience. See? We love you huh?
The new company director brought a fresh perspective on sales and marketing.
The closer Jones can really bring it.
... this country are going to recognize, we're bringing back an economy. ...
... an industry or bringing back space missions. ...