Tom filled in the blanks.
- Tom boşlukları doldurdu.
Give me a blank sheet of paper.
- Bana boş bir sayfa kağıt verin.
This club is fearfully dull. The dance floor is empty and the smoking patio is packed.
- Bu kulüp korkunç şekilde sıkıcıdır. Dans alanı boş ve sigara içme verandası tıka basa doludur.
This box is empty. It has nothing in it.
- Bu kutu boş. İçinde hiçbir şey yok.
I want to know if you'll be free tomorrow.
- Yarın boş olup olmadığını bilmek istiyorum.
If I were free, I would accept his invitation.
- Ben boş olsam, onun davetini kabul ederim.
I tried in vain to persuade him not to smoke any more.
- Ben onu bir daha sigara içmemesi için boş yere ikna etmeye çalıştım.
She tried in vain not to cry.
- Ağlamamak için boş yere çabaladı.
She parked her car in a vacant lot.
- O, boş bir arazide arabasını park etti.
Rooms should be left vacant by eleven a.m. on the day of departure.
- Odalar, ayrılış gününde saat on bire kadar boş bırakılmalıydı.
This melon sounds hollow. Maybe that's why it was so cheap.
- Bu kavun boş görünüyor. Belki de çok ucuz olmasının nedeni budur.
It was another hollow promise.
- O başka bir boş sözdü.
This business plan of yours seems almost too optimistic. All I can say is I hope it's more than just wishful thinking.
- Senin bu iş planı neredeyse çok iyimser görünüyor. Bütün söyleyebileceğim onun bir boş hayalden daha fazlası olduğunu ummamdır.
I was thinking about getting a divorce.
- Ben boşanma hakkında düşünüyordum.
You can accelerate as much as you want, but since the car's in neutral, we won't be going anywhere.
- İstediğin kadar gaza bas, arabanın vitesi boşta olduğu için hiçbir yere gidemeyiz.
His resignation left a vacancy in the cabinet.
- İstifası kabinede boşluk bıraktı.
Bring me your resume. I told you there's a vacancy at my office.
- Özgeçmişini bana getir. Sana ofisimde bir boş kadro olduğunu söyledim.
We do not live for idle amusement.
- Biz boş eğlence için yaşamıyoruz.
He seems to be possessed with idle fancies.
- O, boş fantezilere sahip gibi görünüyor.
I think I can do it in my spare time.
- Onu boş vaktimde yapabileceğimi düşünüyorum.
What do you do in your spare time?
- Boş zamanında ne yaparsın?
The apartment was completely bare when we moved in.
- Taşındığımızda daire tamamen boştu.
The shelves were pretty bare.
- Raflar oldukça boştu.
Clear the road. It's not safe.
- Yolu boşaltın. Güvenli değil.
Clear off the shelf, and you can put your books there.
- Rafı boşalt ve kitaplarını oraya koyabilirsin.
The dirty water from the pool was drained, and replaced with clean water.
- Kirli su havuzdan boşaltıldı ve temiz su ile değiştirildi.
Tom cleaned out his bank accounts and disappeared.
- Tom banka hesaplarını boşaltıp ortadan kayboldu.
Tom unloaded groceries from the car.
- Tom arabadan yiyecekleri boşalttı.
Tom unloaded the car.
- Tom arabayı boşalttı.
Tom regretted having wasted a great deal of his life.
- Tom hayatının büyük kısmını boşa geçirdiğine pişman oldu.
In this way, we waste a lot of time.
- Bu şekilde, çok fazla zamanı boşa harcarız.
I have to push my bike because one of the tyres is flat.
- Lastiklerden biri boşaldığı için bisikletimi itmek zorundayım.
Apparently that shabby flat is vacant.
- Anlaşılan o eski püskü daire boş.
The fitting room over there is unoccupied.
- Oradaki elbise deneme odası boş.
The boats looked unoccupied.
- Tekneler boş görünüyordu.
A man standing on the cliff was about to commit suicide by jumping into the void.
- Uçurumun üstünde duran bir adam boşluğa atlayarak intihar etmek üzereydi.
When I look back on my youth, I see a spiritual void, said Tom.
- Tom Gençliğime baktığımda manevi bir boşluk görüyorum. dedi.
Anything is blissful with you. Nothing is meaningful without you.
- Seninle her şey hoş, sensiz her şey boş.
I don't know what to do with my leisure.
- Boş vaktimde ne yapacağımı bilmiyorum.
I hunt elk in my leisure-time.
- Boş zamanımda Kanada geyiği avlarım.
Those who wash the donkey's head waste soap.
- Eşeğin başını yıkayanlar sabunu boşa harcarlar.