They agreed to work together.
- Birlikte çalışmayı kabul ettiler.
We enjoyed singing songs together.
- Birlikte şarkı söylemekten hoşlandık.
Everyone has the right to own property alone as well as in association with others.
- Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olma hakkına sahiptir.
Come along with us if you like.
- Eğer istiyorsan bizimle birlikte gelebilirsin.
She was intelligent as well as beautiful.
- O zeki olmakla birlikte güzeldi.
Everyone has the right to own property alone as well as in association with others.
- Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olma hakkına sahiptir.
Bribes are something that arises in conjunction with power organizations.
- Rüşvet güç örgütleri ile birlikte ortaya çıkan bir şeydir.
We run the store jointly.
- Biz mağazayı birlikte çalıştırıyoruz.
I went to Nikko along with them.
- Ben onlarla birlikte Nikko'ya gittim.
Tom boarded the ship along with his three children.
- Tom, üç çocuğu ile birlikte gemiye bindi.
He came in company with his mother.
- Şirkete annesiyle birlikte geldi.
Fadil asked Dania to live with him in the house he shared with his grandmother.
- Fadıl, Dania'dan büyükannesi ile paylaştığı evde birlikte yaşamasını istedi.
My Japanese teacher used to use a song to help us remember verb conjugations. No one really sang along.
- Benim Japon öğretmenim fiil çekimlerini hatırlamamıza yardımcı olan bir şarkı kullanırdı. Hiç kimse gerçekten birlikte söylemezdi.
Tom and Mary argue a lot, but they still get along quite well together.
- Tom ve Mary çok tartışırlar ama yine de birlikte oldukça iyi geçinirler.
Common sense tells us, however, that there is no easy solution.
- Bununla birlikte, sağduyu bize kolay bir çözüm olmadığını söylüyor.
Logic and common sense suggest that Russia, the European Union and the United States must act together.
- Mantık ve sağduyu Rusya, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletlerinin birlikte hareket etmesini öneriyor.
A surgeon lives with Death, his inseparable companion - I walk hand in hand with him.
- Bir cerrah ayrılmaz arkadaşı olan ölümle birlikte yaşar - Ben onunla el ele yürüyorum.
Industrialization often goes hand in hand with pollution.
- Sanayileşme çoğu kez kirlilikle birlikte gider.
We run the store jointly.
- Biz mağazayı birlikte çalıştırıyoruz.
Bribes are something that arises in conjunction with power organizations.
- Rüşvet güç örgütleri ile birlikte ortaya çıkan bir şeydir.