birdir

listen to the pronunciation of birdir
التركية - الإنجليزية
is one

Listen, Israel! The Lord is our God; the Lord is one. - Dinle İsrail! Rab Tanrımızdır; Rab birdir.

One times one is one, according to mathematics. - Matematiğe göre bir kere bir birdir.

bir
one

One, two, three, four, five, six, seven, eight, nine, ten. - Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on.

In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life. - Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.

bir
single

She left without saying even a single word. - Tek bir kelime bile etmeden ayrıldı.

There isn't a single cloud in the sky. - Gökyüzünde tek bir bulut yok.

bir
uni
bir
un
bir
one person or thing
bir
alone
bir
once
bir
if only
bir
just
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
one and the same
bir
uni-
bir
{i} drink

I'll buy you a drink. - Sana bir içecek ısmarlayacağım.

Is there anything to drink in the refrigerator? - Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?

bir
a
bir
apart

I'm busy looking for an apartment. - Ben bir daire aramakla meşgulüm.

Can you tell the twins apart? - İkizleri birbirinden ayırtedebilir misin?

aklın yolu birdir
Great minds think alike
bir
mono

Monopoly is a popular game for families to play. - Monopoly ailelerin oynaması için popüler bir oyun.

He wore a top hat and a monocle. - O bir silindir şapka ve bir tek gözlük taktı.

bir
one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias
bir
a, an; a certain, a particular: Bursa'da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday's party I saw a certain woman; you know who I mean
bir
the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same
bir
used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there!
bir
a, an; one; unique; the same; united; once; only, alone; just; if only
bir
used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy'de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don't seem quite yourself today
bir
united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We're of one mind on this subject
bir
only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this
bir
single; some
bir
shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom
bir
(İnşaat) a, an
bir
{f} lump

Please put a lump of sugar in my coffee. - Kahveme bir küp şeker koyun lütfen.

I have a facial boil. There's a painful lump at the back of one nostril. - Bir yüz çıbanım var.Bir burun deliğinin arkasında acılı bir yumru var.

bir
head

Ikeda made several silly mistakes, and so he was told off by the department head. - Ikeda birkaç aptalca hata yaptı ve bu yüzden ona bölüm başkanı tarafından ağzının payı verildi.

They all have arms, legs, and heads, they walk and talk, but now there's SOMETHING that wants to make them different. - Onların hepsinin, kolları, bacakları, ve kafaları var,onlar yürürler ve konuşurlar, ama şimdi onlara farklı yapmak isteyen bir şey var.

bir
erect

Caesar erected a golden statue of Cleopatra. - Sezar, Kleopatra'nın altından bir heykelini dikti.

An immense monument was erected in honor of the eminent philosopher. - Büyük filozofun şerefine muazzam bir anıt dikildi.

bir
unit

I would like to go to the United States one day. - Bir gün Amerika'ya gitmek istiyorum.

Washington is the capital of the United States. - Washington, Amerika Birleşik Devletleri'nin başkentidir.

bir
unity

Unity is better than money. - Birlik paradan daha iyidir.

The main idea in his speech was unity. - Konuşmasındaki ana fikir birlikti.

bir
somewhere

I thought we were going to go somewhere. - Bir yere gideceğimizi düşünmüştüm.

You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth. - Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.

bir
engage

Do you have any engagement tomorrow? - Yarın herhangi bir randevun var mı?

Tom gave Mary an engagement ring. - Tom Mary'ye bir nişan yüzüğü verdi.

bir
{f} pace

He walked at a quick pace. - O büyük bir hızla yürüdü.

This is a nice change of pace. - Bu hoş bir değişiklik.

bir
un#veil
bir
{s} some

Do you want some coffee? - Biraz kahve ister misin?

Would you like some coffee? - Biraz kahve ister misin?

bir
attack

They began with a strong attack against the enemy. - Düşmana karşı şiddetli bir taarruza geçtiler.

Macbeth raised an army to attack his enemy. - Macbeth, düşmanına saldırmak için bir ordu yetiştirdi.

bir
squash

We should play squash together sometime. - Bir ara birlikte duvar tenisi oynamalıyız.

Have you ever squashed a tomato? - Hiç bir domates ezdin mi?

الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف birdir في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
bir
British Institute of Radiology
birdir
المفضلات