bilgili

listen to the pronunciation of bilgili
التركية - الإنجليزية
informed

We'll keep you informed. - Biz seni bilgili tutacağız.

Thanks for keeping us informed. - Bizi bilgili tuttuğun için teşekkürler.

learned

It's marvellous to listen to a learned person. - Bilgili bir kişiyi dinlemek harika.

Tom is a learned man. - Tom bilgili bir adam.

wise

No one can be more wise than destiny. - Hiç kimse kaderden daha bilgili olamaz.

The old man is wise and knows many things about life. - Yaşlı adam hayat hakkında birçok konuda deneyimli ve bilgili.

knowledgeable

Tom is very knowledgeable about Japanese art. - Tom Japon sanatı hakkında çok bilgili.

Tom is quite knowledgeable about modern popular music. - Tom modern popüler müzik hakkında oldukça bilgili.

knowing
erudite
read

He is well read in English literature. - İngiliz edebiyatında çok bilgilidir.

sophisticated

Tom is more intelligent and sophisticated than most boys his age. - Tom onun yaşındaki birçok erkek çocuğundan daha zeki ve bilgili.

Tom said I looked sophisticated. - Tom bilgili göründüğümü söyledi.

well-read
sapiential
well-versed
experience

He has knowledge and experience as well. - O bilgili ve de deneyimli.

well-educated
lettered
literate
learnt
enlightened
well-informed; learned
deeply read
well informed

He is a well informed person. - O, bilgili bir insandır.

thoroughbred
scholarly
well-informed, informed, learned, knowledgeable
versed

I'm also very well versed in the movies. - Ben de filmler konusunda bilgiliyim.

farout
far-out
profound
hot
knowledgeably
sciential
bilgi
information

Get me all the information you can on this matter. - Bu konuyla ilgili alabildiğin tüm bilgiyi bana getir.

The social worker was asked to follow up the information about the Stevenson family. - Sosyal görevliden Stevenson ailesi hakkındaki bilgiyi takip etmesi istedi.

bilgi
{i} data

The data is often inaccurate. - Bilgi çoğunlukla yanlıştır.

They conducted the following experiment to collect the data. - Bilgi toplamak için aşağıdaki deneyi yaptı.

bilgi
{i} knowledge

I was impressed by the general knowledge of Japanese students. - Japon öğrencilerinin genel kültür bilgisinden etkilendim.

I don't have much knowledge of physics. - Fizik hakkında çok fazla bilgim yok.

bilgili olmak
be knowledgeable about
bilgili kişi
(Argo) egghead
bilgili (bir konuda)
at home in
bilgili bir biçimde
savvily
bilgili bir şekilde
knowledgeably
bilgili bir şekilde
sophisticatedly
bilgili bir şekilde
learnedly
bilgili bir şekilde
informedly
bilgili kimse
wise person
bilgili kimse
man of learning
bilgili kimse
sophisticate
bilgi
instruction

I have attached instructions on how to use FTP to access our files. - Dosyalarımıza giriş için FTP'nin nasıl kullanılacağına dair bilgileri ekledim.

A computer program is a list of instructions that tell the computer what to do. - Bir bilgisayar programı bilgisayara ne yapacağını söyleyen bir talimatlar listesidir.

bilgi
advice

The more information you give me, the better the advice I can provide you. - Bana ne kadar fazla bilgi verirseniz size o kadar daha iyi tavsiye verebilirim.

She gave me advice as well as information. - O, bilginin yanı sıra bana tavsiye verdi.

bilgi
know-how
bilgi
science

The lesson is science. - Dersimiz fen bilgisi.

Tom doesn't want to be a doctor, although he's very good in science. - Fen bilgisinde iyi olmasına rağmen, Tom bir doktor olmak istemiyor.

bilgi
(Bilgisayar) quote
bilgi
(Bilgisayar) more info

Congress asked for more information. - Kongre daha fazla bilgi istedi.

Please send us more information. - Lütfen bize daha fazla bilgi gönderin.

bilgi
understanding
bilgi
(Argo) drum
bilgi
(Bilgisayar) cc
bilgi
learned

We learned about that from reliable sources. - Güvenilir kaynaklardan onun hakkında bilgi edindim.

We learned as much as possible about their culture before visiting them. - Onları ziyaret etmeden önce, kültürleri hakkında mümkün olduğu kadar çok bilgi sahibi olduk.

bilgi
(Bilgisayar) help

Television helps us widen our knowledge. - Televizyon bilgimizi genişletmemize yardımcı olur.

Shouting at your computer will not help. - Bilgisayarınıza bağırmak işe yaramaz.

bilgi
(Bilgisayar) informative

This is a very informative article. - Bu çok bilgilendirici bir yazı.

bilgi
news

News can be accessed on your computer. - Bilgisayarınızda habere erişilebilir.

Electronic news media is our primary source of information. - Elektronik haber medya temel bilgi kaynağımızdır.

bilgi
(Felsefe) cognition
bilgi
(Bilgisayar) prompt
bilgi
cognisance
bilgi
input
bilgi
(Bilgisayar) informational
bilgi
aviso
bilgi
letter

He was able to get the information by reading the letter. - Mektubu okuyarak bilgi edinebildi.

The letter informed her of his death. - Mektup onun ölümüyle ilgili onu bilgilendirdi.

bilgi
enlightenment
engin bilgili
erudite
bilgi
cognizance
bilgi
steer

That car dealer gave me a bum steer when he told me this used Toyota was in good condition. - O araba satıcısı bu kullanılmış Toyota'nın iyi durumda olduğunu söylediğinde bana yanlış bilgi vermiş.

bilgi
reprint
bilgi
report

The suspect reportedly stole computers. - Söylendiğine göre sanık bilgisayarları çalmış.

I'd like to add some information to my report. - Raporuma bazı bilgiler eklemek istiyorum.

bilgi
word

Is there any word on Tom's condition? - Tom'un durumu hakkında bir bilgi var mı?

Tom didn't know how to translate the word computer because the people he was talking to had never seen one. - Konuştuğu insanlar daha önce bir bilgisayar görmedikleri için Tom computer kelimesini nasıl çevireceğini bilmiyordu.

bilgi
lore
bilgi
fact

The text above contains no accurate facts on the matter. - Yukarıdaki metin konuyla ilgili kesin bilgiler içermiyor.

Write down the facts needed to convince other people. - Başka insanları ikna etmek için gerekli olan bilgileri yazın.

bilgi
snippet
bilgi
{i} notice

I'll have to take that question on notice. - Bu soruyu gerekli bilgiyi edindikten sonra yanıtlayacağım.

bilgi
information on
bilgi
knowledge of

I was impressed by the general knowledge of Japanese students. - Japon öğrencilerinin genel kültür bilgisinden etkilendim.

If it hadn't been for Lindbergh's luck and his knowledge of flying, he could never have succeeded in crossing the Atlantic. - Lindbergh'in şansı ve uçuş bilgisi olmasaydı, Atlantiği geçmeyi asla başaramazdı.

bilgi
ınformation
bilgi
griff
bilgi
learning

The hardest part of learning a language is knowing the vocabulary by heart. - Dil öğrenmenin en zor kısmı kelime bilgisini ezberlemektir.

Learning and cherishing data are not just the domain of Jewish people. - Bilgiye değer verip öğrenmek Yahudilerin tekelinde değildir.

bilgi
knowledge, learning; information
bilgi
inside dope
bilgi
gleanings
bilgi
acquaintance

I have a nodding acquaintance with him. - Onunla ilgili çok az bilgim var.

bilgi
griffin
bilgi
intelligence

Intelligence and knowledge are two very different things. - Zeka ve bilgi iki çok farklı şeydir.

Intelligence and knowledge are two independent things. - Zeka ve bilgi iki ayrı şeydir.

bilgi
info

If you sign up to Facebook, your information will be sent to intelligence agencies. - Facebook'a üye olursanız, bilgileriniz istihbarat örgütlerine gönderilecektir.

Did you inform your teacher of this? - Bununla ilgili öğretmenini bilgilendirdin mi?

bilgi
instructions

I have attached instructions on how to use FTP to access our files. - Dosyalarımıza giriş için FTP'nin nasıl kullanılacağına dair bilgileri ekledim.

A computer program is a list of instructions that tell the computer what to do. - Bir bilgisayar programı bilgisayara ne yapacağını söyleyen bir talimatlar listesidir.

bilgi
savvy
bilgi
gen

Fully automatic story generation remains an unsolved problem for computer scientists. - Tam otomatik hikaye üretimi bilgisayar bilim adamları için çözülmemiş bir sorun kalmaya devam etmektedir.

You broke the computer. Nice going, genius. - Bilgisayarı bozdun. Aferin, dahi.

bilgi
conveyance
bilgi
dope
bilgi
information; data
bilgi
line
bilgi
know how

It is becoming important for us to know how to use a computer. - Bir bilgisayarın nasıl kullanılacağını bilmemiz bizim için önemli hale geliyor.

I don't know how to operate this computer. - Bu bilgisayarı nasıl çalıştıracağımı bilmiyorum.

bilgi
info , information
bilgi
knowhow
çok bilgili
well informed
çok bilgili
deep read
çok bilgili kimse
polymath
التركية - التركية
Bilerek
Bilgi sahibi olan, malûmatlı, haberli
Bilerek: "Her konuda rahat, bilgili konuşurdu kalemi."- Y. Z. Ortaç
Bilgi sahibi olan, malumatlı, haberli: "Ama, iyiler, bilgililer, yetenekliler nerede idi?"- T. Buğra
danişment
malûmatlı
malümatlı
Bilgi
haber
Bilgi
malümat
Bilgi
malûmat

Yeterince malumatımız yok. - Yeterli bilgimiz yok.

bilgi
İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütününe verilen ad, malumat. Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf: "Babası, önce ona, Mazlume ve ailesi hakkında birçok bilgi vermişti."- H. E. Adıvar. İnsan zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce ürünü, malumat, vukuf
bilgi
Bilim
bilgi
Genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığı temel düşünceler, malumat
bilgi
İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütününe verilen ad, malûmat
bilgi
Kurallardan yararlanarak kişinin veriye yönelttiği anlam
bilgi
Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malûmat, vukuf
bilgi
İnsan zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce ürünü, malûmat, vukuf
bilgili
المفضلات