تعريف bile bile في التركية الإنجليزية القاموس.
- knowingly
- on purpose
You did that on purpose.
- Onu bile bile yaptın.
You did that on purpose, didn't you?
- Onu bile bile yaptın, değil mi?
- intentionally
- purposedly
- apurpose
- deliberately
- wilful
- (Kanun) prepensely
- purposively
- intentional
- with malice aforethought
- wittingly
- consciously
- purposely, deliberately, intentionally, knowingly, by design, on purpose, with one's eyes open
- by design
- scienter
- purposely
- advisedly
- maliciously
- designedly
- flagrantly
- flagrant
- knowing
How do you sleep at night knowing what you've done?
- Ne yaptığını bile bile geceleri nasıl uyuyorsun?
- witting
- bile bile yapılan
- voluntary
- bile bile yapılan
- intentional
- bile bile zarar vermek istemek
- (deyim) have it in for
- bile
- even
You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job.
- Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.
She can't even harm a fly.
- O bir sineğe bile zarar veremez.
- olsa bile
- even if
Even if he's very nice, I don't really trust him.
- Çok kibar olsa bile ona kesinlikle güvenmiyorum.
She will come even if she is tired.
- O, yorgun olsa bile gelecektir.
- bile
- as well
Nobody can do that as well as I can, not even Tom.
- Kimse bunu benim yapabildiğim kadar iyi yapamaz, Tom bile.
Nobody can do that as well as me, not even Tom.
- Kimse bunu benim kadar iyi yapamaz, Tom bile
- burnu bile kanamamış
- unscathed
- bile
- even if
He'll play golf even if it rains.
- Yağmur yağsa bile golf oynayacak.
You must do the work, even if you do not like it.
- Sevmeseniz bile, işi yapmanız gerekir.
- sa bile
- though
- bile
- even though
Even though you don't like this, you must eat it.
- Bunu sevmesen bile, yemelisin.
Tom said he didn't care about Mary's past even though he really did.
- Tom gerçekten ilgilenmiş olsa bile Mary'nin geçmişiyle ilgilenmediğini söyledi.
- bile
- ever though
- bile
- at that
Tom had never even heard of that band at that time.
- Tom o zaman o bandoyu hiç duymadı bile.
I haven't even looked at that yet.
- Ben daha ona bakmadım bile.
- bile artık
- at that
- bile olsa
- although
- bile olsa
- even though
- böyle olsa bile
- even so
- iken bile
- even as
- bile
- nor yet
- bile acids
- Even acids
- bile değil
- not even a
- bir dikili ağacı bile olmamak
- Not even a tree planted
- düşüncesi bile
- Even thought
- kılı bile kıpırdamadan
- Without a tremor
- umurunda bile değil
- not care
- Bile
- (Tıp) Karaciğerde üretilen ve Safra Kesesinde depo edilen sıvı,Safra. Safra yağlanmamaya ve vücuttaki bozulmuş,çürümüş atıklardan kurtulmaya yardım eder
- Bile Acids
- (Tıp) Safra ile çalışan ve Karaciğerde üretilen yağlanmamayı sağlayan asitler
- Bile Ducts
- (Tıp) Safrayı depolanmak üzere karaciğerden Safra Kesesine ve hazımda (Sindirimde) kullanmak üzere İnce Barsaklara taşıyan tüpler(Kanallar).Safra Kanalları
- Common Bile Duct
- (Tıp) Karaciğerden İnce barsağa Safra taşıyan Kanal. Müşterek Safra Kanalı
- Common Bile Duct Obstruction
- (Tıp) Genelde Safra taşlarının yol açtığı Safra Kanalı Tıkanması
- aklımın köşesinden bile geçmez
- I will be damned if
- aklının köşesinden bile geçmeme
- no concept of
- bekleme durumunda bile
- even at standby state
- bile
- already
I suppose you've already bought a ticket.
- Sanırım önceden bir bilet aldın.
I've already bought my ticket.
- Ben zaten biletimi aldım.
- bile
- very
In critical moments even the very powerful have need of the weakest.
- Kritik anlarda en güçlülerin bile zayıflara ihtiyacı vardır.
Even without makeup, she's very cute.
- Makyajsızken bile çok hoş.
- bile
- even; already; even if, even though
- bile
- even: Şefik bile gelemedi. Even Şefik couldn't come. Sağır sultanı bile dinlemedi. She didn't even listen to the deaf sultan. Onu yapsan bile bir şey değişmez. Even if you do that it won't change anything
- bile
- as much as
- bir damla bile
- not a dreg
- burnu bile kanamadan
- with a whole skin
- burnu bile kanamadan
- in a whole skin
- burnu bile kanamadan kurtulmak
- escape uninjured
- burnu bile kanamadan kurtulmak
- escape unhurt
- burnu bile kanamadan kurtulmak
- escape unharmed
- dişinin kovuğuna bile gitmemek/dişinin kovuğunu doldurmamak
- (for food) not to be enough to satisfy one
- dünya (Peygamber) Süleyman'a bile kalmamış
- (Atasözü) No man can live forever
- fazla bile olmak
- rate high with smb
- hiç de bile
- like hell
- iplemem bile
- I don't give a fuck! [sl.]
- iplemem bile
- i don't care two hoots
- işten (bile) değil!
- (Konuşma Dili) It's very easy
- kargalar bile güler
- it's enough to make a cat laugh
- karıncayı bile incitmemek/ezmemek
- not to hurt an ant, to be very tenderhearted
- karıncayı bile incitmez
- would not hurt a fly
- karıncayı bile incitmez
- would not harm a fly
- kötü adamın bile hakkını vermek
- give the devil his due
- kılını bile kıpırdatmamak
- to not to turn a hair
- kılını bile kıpırdatmamak/oynatmamak
- not to turn a hair, not to bat an eyelash, to appear completely unmoved
- o zaman bile
- even then
You knew it was impossible and even then, you tried.
- Sen onun olanaksız olduğunu biliyordun ve o zaman bile denedin.
I apologized, but even then she wouldn't speak to me.
- Özür diledim fakat o zaman bile benimle konuşmadı.
- olsa bile
- even so
Even so, you are a human.
- Öyle olsa bile, sen bir insansın.
The boy's expression showed his disappointment, but even so he looked up at our faces with a glimmer of hope.
- Çocuğun ifadesi hayal kırıklığını gösterdi, ama öyle olsa bile o umut ışığı ile yüzümüze baktı.
- olsa bile
- even though
Even though it's a bit cold, let's go swimming.
- Biraz soğuk olsa bile yüzmeye gidelim.
Tom continued reading the newspaper even though the burglar alarm had gone off.
- Tom, hırsız alarmı çalmaya başlamış olsa bile gazete okumaya devam etti.
- olsa bile
- even then
- parmakını bile oynatamamak/kıpırdatamamak
- not to be able to move a muscle (owing to fatigue)
- parmakını bile oynatmamak/kıpırdatmamak
- not to lift so much as a finger (to help)
- parmağını bile kıpırdatmamak
- not to lift a finger, not to raise a finger, not to stir a finger
- parmağını bile oynatmamak
- not to lift a finger
- sağır sultan bile duydu
- (Konuşma Dili) Everybody and his brother's heard about it./Everybody from here to China knows about it
- soluk bile almamak
- (deyim) not to breathe a syllable
- su içene yılan bile dokunmaz
- (Atasözü) It's wrong to attack a person while he's drinking water, even if he is one's enemy
- sıyrık bile almadan
- with a whole skin
- sıyrık bile almadan
- in a whole skin
- tırnakının kiri bile olamamak
- (for one person) to be very inferior to (another), be nothing compared to (another)
- tırnağı bile olamaz
- not a patch on
- yanına bile yaklaşmamak
- not to touch with a bargepole
- yanından bile geçmemiş
- It doesn't have even the slightest connection with .../It doesn't bear even the faintest resemblance to
- yeter ve artar bile
- enough and to spare
- zerre kadar bile değil
- not an iota
- zerresi bile yok
- not a jot
- zırnık bile koklatmamak
- not to give (even) a smallest bit
- çeyreği bile olamaz
- not a quarter as good
- çok bile olmak
- (birine) rate high with smb
- ölüyü bile güldürür
- it's enough to make a cat laugh
- şimdi bile
- still, yet