Ben uyandığımda, diğer tüm yolcular inmişti.
- When I woke up, all other passengers had gotten off.
Bebek tüm gece ağladı.
- The baby cried all night.
Bahçedeki bütün çiçekler sarı.
- All the flowers in the garden are yellow.
Para bütün kötülüğün köküdür.
- Money is the root of all evil.
Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
- Can you see anything at all there?
Bill her zaman dürüsttür.
- Bill is honest all the time.
Hepsi bununla tamamlandı.
- All is completed with this.
Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek.
- All those who take up the sword shall perish by the sword.
Parlayan her şey altın değildir.
- All that glitters is not gold.
Yapmanız gereken her şey bu evrakı imzalamaktır.
- All you have to do is sign this paper.
Kanun herkes için aynıdır.
- The law is equal for all.
O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.
- That dispute has been settled once and for all.
Bana bir kez daha tüm güvenlik özelliklerini açıklayabilir misin?
- Could you explain all the safety features to me once again?
Kuzey Afrikalılar az çok İtalyanlar gibidirler. Hepimiz Akdeniz çevresinde yaşayan insanlarız ve birçok kültürel özellikleri paylaşırız.
- North Africans are more or less like Italians. We're all people who live around the Mediterranean Sea and we share many cultural traits.
Bu giysinin içinde tıpkı bir sporcu gibi görünüyorum fakat gerçek şu ki hiç spor yapmam.
- I look for all the world like an athlete in this outfit, but the truth is I don't do any sports at all.
Bunu yapmak zorundasın, tıpkı hepimizin yaptığı gibi.
- You have to do it, just like we all do.
Hepinizle tekrar görüşmeyi ümit ediyorum.
- I hope to meet you all again.
Bir bütün olarak tanımadan bir hatayı tekrarlamak hepsinin içinde en büyük hatadır.
- Repeating a mistake without recognizing it as one, is the biggest mistake of all.
Tom tamamen bitkindi.
- Tom was all worn out.
Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.
- Having worked on the farm all day long, he was completely tired out.
Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
- I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
Ben dünyadaki tüm kuşların efendisiyim ve sadece düdüğüme üflemek zorundayım ve her biri bana gelecektir.
- I am master of all the birds in the world, and have only to blow my whistle and every one will come to me.
O tümüyle siyah giyindi.
- She was dressed all in black.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
O özbeöz Amerikalı bir adamla evlenmek istedi.
- She wanted to marry an all-American man.
Üzgünüm, mantıların tümü bitti.
- I'm sorry, we're all out of manti.
Sıcak suyun tümünü kullanma.
- Don't use all the hot water.
Tom büsbütün o kadar kötü olamaz.
- Tom can't be all that bad.
Diğer tüm diller Uygurca'dan daha kolaydır.
- All the other languages are easier than Uighur.
Tüm İngilizce sözcüklerin %80'i diğer dillerden gelmiştir.
- 80% of all English words come from other languages.
Sami, Leyla'nın bütün sorularını saf saf yanıtladı.
- Sami naively answered all of Layla's questions.
Kuşun tüyleri tamamen saf altındı.
- The bird's feathers were all of pure gold.
Bu bütünüyle korkunç bir hata.
- This is all a terrible mistake.
O, bütünüyle tuhaf görünür.
- It all seems so strange.
Tom bütün hayatı boyunca Boston'da yaşadı.
- Tom has lived in Boston all his life.
Tüm hayatı boyunca o kasabada yaşadı.
- She lived all her life in that town.
O hepimiz için kahve yaptı.
- She made coffee for all of us.
Hepimiz için yeterli yiyecek vardı.
- There was food enough for us all.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
Bu cümleyi çevirmek için kimseye izin verilmedi.
- No one is allowed to translate this sentence.
You’ve got it all wrong.
The score was 30 all when the rain delay started.
All my friends like classical music.
Don't want to go? All the better since I lost the tickets.
Some gave all they had.
Everything all right?
- Is everything all right?
He lost everything he owned.
- He lost all his possessions.
She gave her all, and collapsed at the finish line.
she therefore ordered Jenny to pack up her alls and begone, for that she was determined she should not sleep that night within her walls.
I was in Boston for almost the whole summer.
- I was in Boston almost all summer.
He ate the whole apple.
- He ate all of the apple.
Everyone who knew him admired him.
- All who knew him admired him.
Everyone in his family is tall.
- His family members are all tall.
Tom disregarded Mary's advice completely.
- Tom ignored all of Mary's warnings.
We didn't see any children at all.
- We did not see any children at all.
That doesn't make any sense.
- That makes no sense at all.
... allows you to then access all of that code that you have in ...
... highly individual learning, all of this happening now and ...