baglama

listen to the pronunciation of baglama
التركية - التركية

تعريف baglama في التركية التركية القاموس.

bağlama
Tavan kirişi
bağlama
üç çift telli olan ve mızrapla çalınan meydan sazından küçük, curadan büyük bir çeşit çalgı
bağlama
Yapılarda duvarları birbirine bağlayan kiriş, putrel vb
bağlama
üç kirişli bir nevi saz
bağlama
Bağlamak işi
bağlama
Üç çift telli olan ve mızrapla çalınan bir saz
Bağlama
(Osmanlı Dönemi) LETT
BAĞLAMA LİMANI
(Hukuk) Bir geminin bağlama limanı, o gemiye ait seferlerin yönetildiği limandır
bağlama zarf-fiili
Ve bağlacı görevinde kullanılarak kendinden sonraki çekimli fiile veya fiilimsiye zaman ve kişi bakımlarından uyan -ıp ekini almış fiil: Gelip gitti (Geldi ve gitti) Gülüp geçti (Güldü ve geçti) gibi
Bağlamak
(Osmanlı Dönemi) ZABT
Bağlamak
tutmak
Bağlamak
(Osmanlı Dönemi) KAYDETMEK
Bağlamak
(Osmanlı Dönemi) HAZM
Bağlamak
çatmak
Bağlamak
(Osmanlı Dönemi) MÜRABATA
Bağlamak
(Osmanlı Dönemi) MURABATA
Bağlamak
(Osmanlı Dönemi) UKLE
Bağlamak
(Osmanlı Dönemi) KEBL
Bağlamak
(Osmanlı Dönemi) ASB
Bağlamak
angaje etmek
Bağlamak
(Osmanlı Dönemi) KAYD
Bağlamak
(Osmanlı Dönemi) KA'M
bağla
Değirmen çarkını franleyen ağaç
bağla
Su hendi tıkaçı
bağlamak
Bir iş veya kimse için ayırmak, tahsis etmek. İş anlaşması yapmak
bağlamak
Düğümlemek
bağlamak
Sona erdirmek, bitirmek, tamamlamak
bağlamak
Bir iş veya kimse için ayırmak, tahsis etmek
bağlamak
Büyü, muska vb.nin aracılığıyla birinin birtakım isteklerini veya yetkinliğini engellemek, yok etmek
bağlamak
Başka bir işle uğraşamaz durumda olmak
bağlamak
Bütün ilgisini bir yerde yoğunlaştırmak: "Kızım, ne yapsak da seni bu eve bağlayabilsek acaba?"- R. N. Güntekin
bağlamak
Yara ilaç koyup bezle sarmak
bağlamak
Birini söz veya yazı ile bağlamak, taahhüt etmek, angaje etmek
bağlamak
Gönlünü kazanmak
bağlamak
Birinde bir şeye karşı ilgi, istek uyandırarak o şeye ilgi, yakınlık duymasını sağlamak
bağlamak
İş anlaşması yapmak
bağlamak
Bağ veya başka bir araçla tutturmak
bağlamak
Uyulması zorunlu olmak
bağlamak
Oluşmak, tutmak, meydana gelmek: "Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı / Her yüze çiziyordu bir hüzün kırışığı."- F. N. Çamlıbel
bağlamak
Denk yapmak, paket yapmak
bağlamak
Geçişi engellemek
bağlamak
Oluşmak, tutmak, meydana gelmek
bağlamak
Bütün ilgisini bir yerde yoğunlaştırmak
bağlamak
Uyulması zorunlu olmak: "Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır."- Anayasa
kemer bağlama
Aile büyüğünün, gelinin beline altın veya gümüş kemer bağlaması töreni, kuşak bağlama
kuşak bağlama
Karate, judo gibi Uzak Doğu oyunlarında aşama kaydetme
kuşak bağlama
Düğün sırasında baba veya başka bir büyük tarafından gelinin beline kırmızı kurdele dolama
kuşak bağlama
Tarikatlarda, medreselerde belli bir düzeye gelen öğrencilere kuşak takma töreni, kemer bağlama
التركية - الإنجليزية

تعريف baglama في التركية الإنجليزية القاموس.

bağlama
affiliation
bağlama
fixture
bağlama
(Muzik) The bağlama is a stringed musical instrument shared by various cultures in the Eastern Mediterranean. In Turkish bağlamak means 'to tie,' a reference to the tied-on frets of the instrument. Like most stringed instruments, it can either be played with a plectrum (i.e., pick), or with a fingerpicking style known as şelpe
bağlama
lacing
bağlama
ling. liaison
bağlama
fastening, connecting, binding, tying; brace, crossbeam; an instrument with three double strings
bağlama
mech. coupling
bağlama
bond
bağlama
fastening
bağlama
connecting

Connecting a PC to the internet isn't rocket science. - Bir bilgisayarı internete bağlamak roket bilimi değildir.

Connecting a PC to the internet is not rocket science. - İnternete bir PC bağlamak roket bilimi değildir.

bağlama
a plucked instrument with three double strings and a long neck
bağlama
immobilization
bağlama
brace, crossbeam
bağlama
coupling
bağlama
attribution
bağlama
lashing; folk instrument with three double strings
bağlama
tying; binding
bağlama
{i} binding
bağlama
(Tekstil) weave
bağlama
(Bilgisayar) connect

Their job is to connect the computers to the network. - Onların işi bilgisayarları ağa bağlamaktır.

Connecting a PC to the internet is not rocket science. - İnternete bir PC bağlamak roket bilimi değildir.

bağlama
weir
bağlama
regulator
bağlama
lace
bağlama
junction
bağlama
brace
bağlama
(Ticaret) settlement
bağlama
fixation
bağlama
home port
bağlama
enosis
bağlama
tie down
bağlama
(İnşaat) couple
bağlama
anchorage
bağlama
(Denizbilim) securing
bağlama
mooring
bağlama
attachment
bağlama
ligation
bağlama
joining
bağlama
{i} bonding
bağlama
clamping
bağlama
fixing
bağlama
coupler
bağlama
tying
bağlama
{i} taping
bağlama
{i} lashing
bağlama
moorage
bağlama
folk instrument with three double strings
bağlama
ligature

Sami used a ligature to strangle Layla. - Sami, Leyla'yı boğmak için bir bağlama ipi kullandı.

bağlamak
{f} attribute
bağlamak
bind
bağlamak
tie

Tom leaned over to tie his shoelaces. - Tom ayakkabı bağlarını bağlamak için eğildi.

Tom bent over to tie his shoes. - Tom ayakkabılarını bağlamak için eğildi.

bağlamak
{f} fasten
bağlamak
{f} connect

Connecting a PC to the internet isn't rocket science. - Bir bilgisayarı internete bağlamak roket bilimi değildir.

Their job is to connect the computers to the network. - Onların işi bilgisayarları ağa bağlamaktır.

bağlamak
{f} link
bağlamak
{f} attach
bağlama bileziği
strap
bağlama cihazı
coupler
bağlama cıvatası
connecting bolt, coupling bolt
bağlama direği
belaying pin
bağlama dirseği
knee brace
bağlama fişi
coupler plug
bağlama ipi
packthread
bağlama kirişi
chord
bağlama kolu
coupler
bağlama kondansatörü
coupling capacitor
bağlama kovanı
connecting sleeve
bağlama kuvveti
binding power, bonding strength
bağlama levhası
fishplate
bağlama limanı
(Hukuk) home port
bağlama limanı
naut . home port, port of registry
bağlama limanı
port of registry
bağlama mili
coupler pin
bağlama panosu
patch board
bağlama parçası
connecting link
bağlama parçası
joining piece
bağlama pimi
connection pin
bağlama plakası
joint plate
bağlama sicimi
seizings
bağlama taşı
jumper
bağlama ucu
binding post
bağlama vidası
binding screw
bağlama zinciri
drag chain
bağlama çekmek
to try to persuade sb, to inveigle sb
bağlama çubuğu
coupling rod, tie rod
balon bağlama kablosu
(Askeri) ground cable
balon kablo bağlama ipleri
(Havacılık) flying rigging
balya bağlama teli
haywire
bağlamak
{f} access
bağlamak
{f} lace
bağlamak
{f} wed
bağlamak
{f} fix
bağlamak
{f} unite
bağlamak
hook on
bağlamak
{f} string
bağlamak
to tie, to band; to fasten; to attach; to join; to bind, to bond; to hitch; to connect; to knot; to bandage; (telefonla) to connect, to put sb through (to sb/sth); (para) to invest; (konuşma vb) to end up, to conclude; (aylık) to assaign; to arrange, to f
bağlamak
hitch
bağlamak
tether
bağlamak
{f} knot
bağlamak
{f} lash
bağlamak
do up
bağla
(Bilgisayar) anchor
bağla
binding

It's not legally binding. - O yasal olarak bağlayıcı değil.

A tenancy agreement is a legally binding document between a landlord and their tenant. - Bir kira sözleşmesi, ev sahibi ve kiracıları arasında yasal olarak bağlayıcı bir belgedir.

bağla
(Bilgisayar) link to

I'll send you the link to my website. - Sana web sitem için bağlantı göndereceğim.

Would you be able to write down the link to the site? - Siteye bağlantı yazabilir misiniz?

bağla
{f} tether
bağlamak
buckle up
bağlamak
pin
bağlamak
arrange
bağlamak
end up
bağlamak
fasten on
bağlamak
{f} concatenate
bağlamak
put somebody through
bağlamak
span
bağlamak
conclude
bağlamak
(Dilbilim) coop up
bağlamak
mate
bağlamak
(Dilbilim) coop in
bağlamak
pin down
bağlamak
lock
bağlamak
truss up
bağlamak
(Kanun) entrust
bağlamak
wire up
bağlamak
invest
bağlamak
base
bağlamak
lock up
bağlamak
plumb in
bağlamak
strap
birbirine bağlama
interlock
birbirine bağlama
(Elektrik, Elektronik,Teknik) hookup
birbirine bağlama
coupling
istif bağlama malzemesi
(Askeri) binder
seri bağlama
series
bağla
ascribe to
bağla
{f} rope

Tom knotted the rope securely. - Tom ipi güvenli bir biçimde bağladı.

Tom tied the rope around his waist. - Tom ipi beline bağladı.

bağla
{f} tied

They tied the thief to the tree. - Onlar hırsızı ağaca bağladılar.

Mother tied up three pencils with a piece of string. - Annem bir parça ip ile üç kurşun kalemi bağladı.

bağla
plumb in
bağla
{f} linked

The events were closely linked. - Olaylar yakından bağlantılı idi.

These sentences are not directly linked. - Bu cümleler doğrudan doğruya bağlantılı değildir.

bağla
{f} fastening
bağla
tie up

Tom is going to want to tie up some loose ends. - Tom bazı yarım kalmış işleri bağlayacak.

bağla
{f} attaching
bağla
{f} link

Tom linked to my website from his blog. - Tom bloğundan benim siteme bağlandı.

The world's tropical rainforests are critical links in the ecological chain of life on the planet. - Dünyadaki tropikal yağmur ormanları, gezegende yaşamın ekolojik zincirine kritik bağlantılıdır.

bağla
buckle up
bağla
{f} fastened

Please make sure that your seat belt is securely fastened. - Emniyet kemerinizin güvenle bağlanmış olduğundan emin olun.

He fastened the horse's pack with a rope. - O, atın yükünü iple bağladı.

bağla
{f} lace

Tom tied his shoe laces. - Tom ayakkabı bağlarını bağladı.

Mary laced up her boots. - Mary çizmelerini bağladı.

bağla
{f} connecting

I'm not connecting your computers. - Ben senin bilgisayarlarını bağlamıyorum.

Tom is connecting his phone to the Internet. - Tom internete telefonuyla bağlanıyor.

bağla
bind

It's not legally binding. - O yasal olarak bağlayıcı değil.

A tenancy agreement is a legally binding document between a landlord and their tenant. - Bir kira sözleşmesi, ev sahibi ve kiracıları arasında yasal olarak bağlayıcı bir belgedir.

bağla
do up
bağla
{f} cord

He connected the cord to the machine. - O, kordonu makineye bağladı.

A developing embryo connects to the placenta via the umbilical cord. - Gelişmekte olan bir embriyo, göbek kordonu yoluyla plasentaya bağlanır.

bağla
ascribe

We ascribe his success to hard work. - Onun başarısını sıkı çalışmaya bağladık.

bağla
{f} strapping
bağla
fasten

Fasten your seat belt when you drive. - Araba kullanırken emniyet kemerinizi bağlayın.

She advised him to fasten his seat belt. - O ona emniyet kemerini bağlamasını tavsiye etti.

bağla
{f} attached

Mary attached Tom's mittens to his coat. - Mary Tom'un eldivenlerini ceketine bağladı.

Tom attached the string to the kite. - Tom ipi uçurtmaya bağladı.

bağla
{f} strap
bağla
{f} tie

Mother tied up three pencils with a piece of string. - Annem bir parça ip ile üç kurşun kalemi bağladı.

They tied the thief to the tree. - Onlar hırsızı ağaca bağladılar.

bağla
hook up
bağla
{f} bond

You can't destroy the precious bond between mother and child. - Anne ve çocuk arasındaki değerli bağları yok edemezsiniz.

bağla
{f} taping
bağla
attach

Tom attached some twine to the kite. - Tom uçurtmaya biraz ip bağladı.

The driver is deeply attached to his old car. - Sürücü eski arabasına derinden bağlandı.

bağla
ascribe to be
bağla
attach to
bağla
ligate
bağla
{f} coupling
bağla
{f} secured
bağlamak
yoke
bağlamak
loop
bağlamak
obligate
bağlamak
attribute to
bağlamak
fix sth on
bağlamak
put sb through
bağlamak
bolt
bağlamak
tie up
bağla
corded
bağla
bonded
bağla
{f} secure

Tom knotted the rope securely. - Tom ipi güvenli bir biçimde bağladı.

Please make sure that your seat belt is securely fastened. - Emniyet kemerinizin güvenle bağlanmış olduğundan emin olun.

bağla
bonding
bağlamak
fixate
bağlamak
guy
bağlamak
connect across
kabuk bağlama
encrustation
Nesne Bağlama ve Katıştırma
Object Linking and Embedding
ardışık bağlama
connection in series
aylık bağlama
(Hukuk) allowance
bağla
belay
bağla
ascribeto
bağla
plumbin
bağla
doup
bağlamak
bond
bağlamak
copulate
bağlamak
interconnect
bağlamak
conjoin; band
bağlamak
cord
bağlamak
bandage
bağlamak
fasten up
bağlamak
clasp
bağlamak
to finalize (a business deal); to draw up or make (a contract) for (a project, an activity): O işi bağladık. We've finalized that deal
bağlamak
attach , bind , link , connect , mount
bağlamak
to gird on (one's sword)
bağlamak
to tie (one's shoes, one's shoelaces, a tie, a ribbon)
bağlamak
to make (someone) devoted to, bind (someone) to
bağlamak
(Hukuk) to attach
bağlamak
(for a skin) to form (on milk, yogurt); (for ice) to form (on the surface of a body of water); (for a wound) to get (a scab) on it, scab over; (for the chimney of a lamp) to get (sooty): Yoğurt kaymak bağladı. The yogurt's skinned over. Bu şişeler çok is bağladı. These lamp chimneys have gotten very sooty
bağlamak
hook up
bağlamak
to put (someone) on (a salary); to assign (someone) a regular supply of (rations)
bağlamak
brace; braid
bağlamak
(for something) to bind, be binding upon (someone)
bağlamak
to shut (a door)
bağlamak
secure with rope
bağlamak
to cross (one's arms)
bağlamak
prov. to block; to dam, dam up; to stop the flow of
bağlamak
infix
bağlamak
colligate
bağlamak
to tie (something) up in a bundle
bağlamak
tie down
bağlamak
to tie (someone) down, limit the scope of (someone's) activities; to constrain; to fetter
bağlamak
to bandage, bind up (a wound)
bağlamak
(hayvan) tether
bağlamak
to tie (someone, something) to; to bind (someone, something) to; to tie (someone, something) up (with): Saçını kırmızı kurdeleyle bağladı. She tied up her hair with a red ribbon
bağlamak
{f} rivet
bağlamak
ligate
bağlamak
{f} brace
bağlamak
bend
bağlamak
tap
baglama

    الواصلة

    bağ·la·ma

    المترادفات

    saz

    النطق

    علم أصول الكلمات

    () From Turkish bağlama, from bağlamak (“to tie”).
المفضلات