Working together, they cleaned the entire house in no time.
- Birlikte çalışarak, bütün evi çabucak temizlediler.
We spent the entire day on the beach.
- Bütün günü plajda geçirdik.
Money is the root of all evil.
- Para bütün kötülüğün köküdür.
All the flowers in the garden are yellow.
- Bahçedeki bütün çiçekler sarı.
Will he eat the whole cake?
- Bütün pastayı yiyecek mi?
Every Saturday we clean the whole house.
- Her cumartesi bütün evi temizleriz.
Having worked on the farm all day long, he was completely tired out.
- Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.
This isn't completely wrong.
- O bütünüyle yanlış değil.
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!
The whole city is in panic.
- Bütün şehir panik içinde.
I have read every book in the library.
- Kütüphanedeki bütün kitapları okudum.
Everyone in the class is here today.
- Bugün bütün sınıf burada.
By the time I was born, all my grandparents had died.
- Ben doğmadan önce bütün büyük ebeveynlerim ölmüştü.
My grandmother told me about her whole life.
- Büyükannem kendisinin bütün hayatını bana anlattı.
He addressed my full attention to the landscape outside.
- Bütün dikkatimi dışarıdaki manzaraya yöneltti.
She got full marks by memorizing the whole lesson.
- O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.
Sami is still not entirely satisfied.
- Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
You're not entirely wrong.
- Sen bütünüyle hatalı değilsin.
Examine the question in its entirety.
- Soruyu bütünü ile inceleyin.
We need to view this in its entirety.
- Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.
I said hello to Debby but she totally ignored me.
- Debby'ye merhaba dedim fakat o beni bütünüyle görmezlikten geldi.
A totally ordered set is often called a chain.
- Bütünüyle sipariş edilmiş bir takıma çoğunlukla bir zincir denilir.
They had to work all year round.
- Onlar bütün yıl boyunca çalışmak zorundaydılar.
He works hard all the year round.
- Bütün yıl çok sıkı çalışır.
There was peace all over the world.
- Bütün dünyada barış vardı.
Our trading companies do business all over the world.
- Ticari şirketlerimiz bütün dünyada işlerini yaparlar.
I spent the whole afternoon chatting with friends.
- Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.
Every Saturday we clean the whole house.
- Her cumartesi bütün evi temizleriz.