In Russian, nouns of foreign origin generally don't succumb to integration.
- Rusça'da yabancı kökenli isimler genellikle bütünleşmeye dayanamaz.
This is my favorite track on the entire disc.
- Bu, bütün diskteki favori parçam.
They spent the entire day on the beach.
- Onlar bütün günü sahilde geçirdiler.
If it rains tomorrow, I will stay at home all day.
- Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.
All the flowers in the garden are yellow.
- Bahçedeki bütün çiçekler sarı.
Karam is the best student in the whole school.
- Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
Every Saturday we clean the whole house.
- Her cumartesi bütün evi temizleriz.
Having worked on the farm all day long, he was completely tired out.
- Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!
The whole city is in panic.
- Bütün şehir panik içinde.
All countries have a responsibility to preserve the ancestral relics of every people group within their borders, and to pass these on to the coming generations.
- Bütün ülkeler, tüm sınırları içindeki insan grupların ecdat yadigar eserlerini koruma ve gelecek nesillere aktarma sorumluluğu var.
I have read every book in the library.
- Kütüphanede bütün kitapları okudum.
Grandma walked to the market to buy food for the whole family.
- Büyükanne bütün aileye yiyecek almak için markete gitti.
By the time I was born, all my grandparents had died.
- Ben doğmadan önce bütün büyük ebeveynlerim ölmüştü.
All the hotels in town are full.
- Şehirdeki bütün oteller dolu.
My whole day was full of surprises.
- Bütün günüm sürprizlerle doluydu.
Sami is still not entirely satisfied.
- Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
You're not entirely wrong.
- Sen bütünüyle hatalı değilsin.
We need to view this in its entirety.
- Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.
Examine the question in its entirety.
- Soruyu bütünü ile inceleyin.
Have you been totally honest with me?
- Bana karşı bütünüyle dürüst müydün?
I said hello to Debby but she totally ignored me.
- Debby'ye merhaba dedim fakat o beni bütünüyle görmezlikten geldi.
It's warm here all the year round.
- Burada bütün yıl boyunca hava sıcak.
They had to work all year round.
- Onlar bütün yıl boyunca çalışmak zorundaydılar.
There was peace all over the world.
- Bütün dünyada barış vardı.
English has spread all over the country.
- İngilizce bütün ülkede yayıldı.
Tom spent the whole day reading in bed.
- Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.
Will he eat the whole cake?
- Bütün pastayı yiyecek mi?