bütünleşme

listen to the pronunciation of bütünleşme
التركية - الإنجليزية
concretion
consolidation
union
coalescence
(Avrupa Birliği) integration

In Russian, nouns of foreign origin generally don't succumb to integration. - Rusça'da yabancı kökenli isimler genellikle bütünleşmeye dayanamaz.

bütün
entire

This is my favorite track on the entire disc. - Bu, bütün diskteki favori parçam.

They spent the entire day on the beach. - Onlar bütün günü sahilde geçirdiler.

bütün
all

If it rains tomorrow, I will stay at home all day. - Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.

All the flowers in the garden are yellow. - Bahçedeki bütün çiçekler sarı.

bütün
whole

Karam is the best student in the whole school. - Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.

Every Saturday we clean the whole house. - Her cumartesi bütün evi temizleriz.

bütün
{s} complete

Having worked on the farm all day long, he was completely tired out. - Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.

bütünleşme / entegrasyon
(Hukuk) integration
bütünleşme politikası
(Hukuk) integration policy
bütünleşme süreci
(Hukuk) integration process
bütün
utter
bütün
{i} gross

You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross! - Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!

You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross! - Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!

bütün
the total
bütün
pan

The whole city is in panic. - Bütün şehir panik içinde.

bütün
intact
bütün
every

All countries have a responsibility to preserve the ancestral relics of every people group within their borders, and to pass these on to the coming generations. - Bütün ülkeler, tüm sınırları içindeki insan grupların ecdat yadigar eserlerini koruma ve gelecek nesillere aktarma sorumluluğu var.

I have read every book in the library. - Kütüphanede bütün kitapları okudum.

bütünleşmek
{f} concrete
bütün
out-and-out
bütün
monolith
bütün
grand

Grandma walked to the market to buy food for the whole family. - Büyükanne bütün aileye yiyecek almak için markete gitti.

By the time I was born, all my grandparents had died. - Ben doğmadan önce bütün büyük ebeveynlerim ölmüştü.

bütün
continuum
bütün
overall
bütün
thorough
bütün
full

All the hotels in town are full. - Şehirdeki bütün oteller dolu.

My whole day was full of surprises. - Bütün günüm sürprizlerle doluydu.

bütün
all-out
bütün
entirely

Sami is still not entirely satisfied. - Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.

You're not entirely wrong. - Sen bütünüyle hatalı değilsin.

bütün
sum total
bütün
integral
bütün
integrate
bütünleşmek
(deyim) make up
bütünleşmek
coalesce
bütün
omni-
bütün
entirety

We need to view this in its entirety. - Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.

Examine the question in its entirety. - Soruyu bütünü ile inceleyin.

bütün
all the
bütün
total

Have you been totally honest with me? - Bana karşı bütünüyle dürüst müydün?

I said hello to Debby but she totally ignored me. - Debby'ye merhaba dedim fakat o beni bütünüyle görmezlikten geldi.

bütün
aggregate
bütün
holo-
birincil bütünleşme
(Pisikoloji, Ruhbilim) primary integration
bütün
out and out
bütün
totality
bütün
(a) whole, (a) totality
bütün
total, sum
bütün
whole, entire, total; all
bütün
clear
bütün
unbroken
bütün
round

It's warm here all the year round. - Burada bütün yıl boyunca hava sıcak.

They had to work all year round. - Onlar bütün yıl boyunca çalışmak zorundaydılar.

bütün
solid
bütün
undivided
bütün
(before plural form) all
bütün
omni
bütün
all over the

There was peace all over the world. - Bütün dünyada barış vardı.

English has spread all over the country. - İngilizce bütün ülkede yayıldı.

bütün
one and only
bütün
whole, entire, total, complete
bütün
holo
bütün
large (bill, money)
bütün
complement
bütün
all out
bütün
unbroken, undivided
bütün
the whole

Tom spent the whole day reading in bed. - Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.

Will he eat the whole cake? - Bütün pastayı yiyecek mi?

bütün
sheer
bütün
allout
bütün
outright
bütün
teetotal
bütün
integer
bütün
aipha
bütün
monolithic
bütün
{i} ensemble
bütünleşmek
to become integrated
bütünleşmek
to become a united whole
bütünleşmek
defragment
ekonomik bütünleşme
(Hukuk) economic integration
ikincil bütünleşme
(Pisikoloji, Ruhbilim) secondary integration
müşterek kabul, toplanma, ileri intikal ve bütünleşme
(Askeri) joint reception, staging, onward movement, and integration
telsiz ve telli bütünleşme
(Askeri) radio and wire integration
toplumsal bütünleşme
social integration
التركية - التركية
Bütünleşmek işi
Bütün
pan
bütün
Eksiksiz, tam; parçalanmamış
bütün
Çok sayıdaki varlık ve nesnelerin hepsi, bütünü
bütün
Birlik, tamlık: "Şiirde bir bütünün lüzumuna inananlar bile mısralar arasında birtakım aralıklar kabul eder."- O. V. Kanık
bütün
Birlik, tamlık
bütün
Parçalanmamış
bütün
Eksiksiz, tam: "Güller bütün güller bu sabah / Bir ağızdan şarkı söyler gibi açıyor her bahçede."- N. Cumalı. Çok sayıdaki varlık ve nesnelerin hepsi: "Bütün civar köylerde onu sevmeyen yoktu."- Y. K. Karaosmanoğlu
bütün
Ufaklık, bozukluk olmayan (para)
bütünleşmek
Bütün duruma gelmek
toplumsal bütünleşme
Ortaklaşa amaçların izlenmesinde duygu ve davranışlarda ortak ölçümün geliştirilmesi
toplumsal bütünleşme
Toplumda amaçların izlenmesinde beliren duygu ve davranışlardaki birlikteliğin geliştirilmesi
bütünleşme
المفضلات