We spent the entire day on the beach.
- Bütün günü plajda geçirdik.
Working together, they cleaned the entire house in no time.
- Birlikte çalışarak, bütün evi çabucak temizlediler.
All the flowers in the garden are yellow.
- Bahçedeki bütün çiçekler sarı.
If it rains tomorrow, I will stay at home all day.
- Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.
Tom spent the whole day reading in bed.
- Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.
Will he eat the whole cake?
- Bütün pastayı yiyecek mi?
Tom worked all day and was completely worn out.
- Tom bütün gün çalıştı ve tamamen bitkin düştü.
This isn't completely wrong.
- O bütünüyle yanlış değil.
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!
The whole city is in panic.
- Bütün şehir panik içinde.
I have read every book in the library.
- Kütüphanedeki bütün kitapları okudum.
Every Saturday we clean the whole house.
- Her cumartesi bütün evi temizleriz.
Grandmother died, leaving the whole family stunned.
- Büyükanne bütün aileyi buz kesilmiş bırakarak öldü.
By the time I was born, all my grandparents had died.
- Ben doğmadan önce bütün büyük ebeveynlerim ölmüştü.
She got full marks by memorizing the whole lesson.
- O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.
All the hotels in town are full.
- Şehirdeki bütün oteller dolu.
Sami is still not entirely satisfied.
- Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
You're not entirely wrong.
- Sen bütünüyle hatalı değilsin.
We need to view this in its entirety.
- Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.
Examine the question in its entirety.
- Soruyu bütünü ile inceleyin.
Have you been totally honest with me?
- Bana karşı bütünüyle dürüst müydün?
I'm totally not exaggerating.
- Bütünüyle abartmıyorum.
It is very cold here all the year round.
- Bütün yıl boyunca burada hava çok soğuk.
It's warm here all the year round.
- Burada bütün yıl boyunca hava sıcak.
The life of Lincoln is read by children all over the world.
- Lincoln'un hayatı bütün dünyada çocuklar tarafından okunur.
What we call 'Standard English' is only one of the many dialects spoken all over the world.
- Standart İngilizce dediğimiz şey sadece bütün dünyada konuşulan birçok lehçeden biridir.
Will he eat the whole cake?
- Bütün pastayı yiyecek mi?
Karam is the best student in the whole school.
- Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.