My mother tongue is Spanish.
- Benim ana dilim İspanyolca'dır.
I can speak Esperanto as if it's my mother tongue.
- Esperanto'yu ana dilim gibi konuşabiliyorum.
The three primary colors are the basis of all the other colors.
- Üç ana renk, diğer bütün renklerin temelidir.
There are three primary colours and nine secondary colours for a total of twelve colours.
- On iki rengin bir toplamı için üç ana renk ve dokuz ikinci derecede renk vardır.
Dan didn't even take basic anatomy classes.
- Dan temel anatomi derslerine bile girmedi.
The main streets of many small towns have been all but abandoned thanks, in large part, to behemoths like Wal-Mart.
- Birçok küçük kasabaların ana yolları büyük ölçüde Wal-Mart gibi büyük devlerin sayesinde neredeyse bırakılmaktadırlar.
Iranians used to eat main meal with yoghurt.
- İranlılar ana yemeği yoğurt ile yerlerdi.
The separation of church and state is one of the fundamental principles of the Constitution.
- Kilise ve devletin ayrılması, anayasanın temel ilkelerinden biridir.
Water is the principle of all things; all comes from water, and to water all returns.
- Su her şeyin anasıdır; her şey sudan gelir, ve suya döner.
The separation of church and state is one of the fundamental principles of the Constitution.
- Kilise ve devletin ayrılması, anayasanın temel ilkelerinden biridir.
Our headquarters are in Boston.
- Ana merkezlerimiz Boston'da.
Capital, land and labor are the three key factors of production.
- Sermaye, toprak ve iş gücü üretiminin üç ana faktörüdür.
I just need a moment.
- Benim sadece bir ana ihtiyacım var.
I guess Mom's native language was Esperanto.
- Ana'nın ana dili Esperantoydu galiba.
Self-confidence is the principal element of any great endeavor.
- Bir büyük girişimin ana elemanı kendine güvendir.
We found it very hard going back to our base camp in the blizzard.
- Kar fırtınasında ana kampımıza geri dönmeyi çok zor bulduk.
The teacher said that we are the future of our home country.
- Öğretmen bizim kendi anavatanımızın geleceği olduğumuzu söyledi.
We are in our homeland.
- Biz bizim anavatanımızdayız.
Envy is the central fact of American life.
- Kıskançlık, Amerikan yaşamının ana gerçeğidir.
The American Civil War is the central theme of the book.
- Amerikan İç Savaşı, kitabın ana temasıdır.
Her son is a mama's boy. He has to be with her all the time.
- Onun oğlu bir ana kuzusu. O her zaman onunla olmak zorunda.
Tom used to be a mama's boy.
- Tom eskiden bir ana kuzusuydu.
Some parents worry unnecessarily about their children.
- Bazı ana babalar çocukları hakkında gereksiz yere endişelenirler.
Tom respects his parents.
- Tom, ana-babasına saygı duyar.
sf.
The cardinal directions are: north, south, east, and west.
- Ana yönler kuzey, güney, doğu ve batıdır.
John took a key out of his pocket.
- John cebinden bir anahtar çıkardı.
The mayor presented him with the key to the city.
- Belediye başkanı ona şehrin anahtarını sundu.
Tom has turned off the master switch.
- Tom ana şalteri kapattı.
Please bring the master key.
- Lütfen ana anahtarı getir.
Coffee is one of the staples of Brazil.
- Kahve, Brezilya'nın ana ürünlerinden biridir.
In English there are eight main parts of speech: noun, verb, adjective, adverb, pronoun, preposition, conjunction and finally interjection.
- İngilizcede dilin sekiz ana bölümü vardır:isim,fiil,sıfat,zarf,zamir,edat,bağlaç ve son olarak ünlem.
The trunk is the main part of a tree.
- Gövde bir ağacın ana parçasıdır.
The main street is very broad.
- Ana cadde çok geniştir.
Jefferson was aware of the literary tradition of anas, which extended back at least as far as Athenaeus's Dipnosophistarum, a delightful collection of table talk from ancient times covering a variety of subjects including law, literature, medicine, and philosophy.