an indivisible portion of time; a moment; an instant; hence, the verge

listen to the pronunciation of an indivisible portion of time; a moment; an instant; hence, the verge
الإنجليزية - التركية

تعريف an indivisible portion of time; a moment; an instant; hence, the verge في الإنجليزية التركية القاموس.

point
{i}

Uçak kalkış noktasındaydı. - The plane was on the point of taking off.

O güzel uçlu bir kurşun kalem kullanır. - He uses a pencil with a fine point.

point
{i} puan

Biz iki puanla kaybetti. - We lost by two points.

Son olarak, on iki puan Estonya'ya! - And finally, twelve points to Estonia!

point
virgül

İngilizcede, virgül yerine bir ondalık nokta kullanırız. - In English, we use a decimal point instead of a comma.

point
konu

Ben bu konuda seninle aynı fikirde olamam. - I can't go along with you on that point.

Biz bu konuda hepimiz aynı fikirdeyiz. - We are all one on that point.

point
durum

Durum ya batarsın ya da çıkarsın noktasına geldi. - The situation has come to the point where we either sink or swim.

Ben o noktada durumun tehlikesini fark ettim. - At that point I realized the danger of the situation.

point
derece

Bu son derece önemli bir konu. - This is an extremely important point.

Normal şartlar altında, suyun kaynama sıcaklığı 100 santigrat derece. - Under normal conditions, the boiling point of water is 100 degrees Celsius.

point
üzerine çevirmek
point
noktalamak
point
göstermek

Başkalarını göstermek kabalıktır. - It's not polite to point at others.

İnsanları parmakla göstermek toplumsal açıdan kabul edilebilir bir şey değildir. - It is not socially acceptable to point at people.

point
namlu
point
nitelik
point
neden

Senin hatalarını belirttikleri nedeniyle düşmanlarını sev. - Love your enemies, for they point out your mistakes.

Neden bunu yapmak zorundayım? Anlamı ne? - Why do I have to do this? What's the point?

point
çekit
point
yer

Onun konuşması tam yerindeydi. - His speech was to the point.

Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi. - Tom pointed to where Mary was standing.

point
{f} uç vermek
point
ferma etmek
point
ucunu sivriltmek
point
(Askeri) NİŞAN ALMAK; TEVCİH ETMEK: Herhangi bir silahla bir hedefe nişan almak, bir silahı herhangi bir hedefe tevcih etmek
point
{f} sivriltmek
الإنجليزية - الإنجليزية
point
an indivisible portion of time; a moment; an instant; hence, the verge

    الواصلة

    an in·di·vis·i·ble por·tion of time; a moment; an instant; hence, the verge

    النطق

المفضلات