Tom'un böylesine pahalı bir gerdanlığı almaya asla gücü yetmedi.
- Tom could never afford to buy such an expensive necklace.
O her gün, dışarıda yemek yerdi, ancak şimdi buna gücü yetmiyor.
- He used to eat out every day, but now he can't afford it.
We cannot afford to disbelieve a friend, our child or our spouse when they are actually telling the truth, and so we err on the side of beleiving the liar.
bir arkadaşımız, çocuğumuz, eşimiz gerçeği söylediğinde onlara inanmamayı kaldıramayız, ve bu ned.
Bunu karşılayabileceğimi sanmıyorum.
- I don't think I can afford this.
Sami bunu karşılayamaz.
- Sami can't afford this.
Bunu satın alınabilir yapmak istiyoruz.
- We want to make it affordable.
Güneş enerjisi, bol, temiz, düşük maliyetli ve yenilenebilirdir.
- Solar energy is abundant, clean, affordable and renewable.
Ekonomik konuta acil bir ihtiyaç vardır.
- There is an urgent need for affordable housing.
The sea affords an abundant supply of fish.
A good life affords consolation in old age.
We can only afford to buy a small car at the moment.
A man can afford a sum yearly in charity.
... our loan program, so that people are able to afford school. But the key thing is to ...
... he wasn't in the public eye. Now, you guys can't afford to experiment with the Blogger ...