acısını

listen to the pronunciation of acısını
التركية - الإنجليزية
salve
to resolve (a difficulty); to refute (an objection); to harmonize (an apparent contradiction)

He which should hold it more rational to make the whole Universe move, and thereby to salve the Earths mobility, is more unreasonable.

An astronomical term meaning to save (the appearances or the phenomena); to explain (a celestial phenomenon); to account for (the apparent motions of the celestial bodies)
To salvage
Any thing or action that soothes or heals
To explain away; to mitigate; to excuse
{v} to help or save by a salve, to cure
Hail! To say "Salve"
To save, as a ship or goods, from the perils of the sea
An adhesive composition or substance to be applied to wounds or sores; a healing ointment
To heal by applications or medicaments; to cure by remedial treatment; to apply salve to; as, to salve a wound
{i} balm, healing ointment; remedy, curative, anything that soothes or heals
to; to greet; to salute
{f} soothe, calm, relieve; remedy, cure, heal; salvage, save from destruction, rescue
anything that remedies or heals or soothes; "he needed a salve for his conscience" apply a salve to, usually for the purpose of healing
Hail! To say "Salve" to; to greet; to salute
A soothing remedy or antidote
To calm or assuage
anything that remedies or heals or soothes; "he needed a salve for his conscience"
Anything or action that soothes or heals
apply a salve to, usually for the purpose of healing
acı
{s} bitter

She shed bitter tears. - O acı gözyaşları döktü.

I can't abide hearing you cry so bitterly. - Acı şekilde ağladığını duymaya katlanamam.

acı
{s} hot

I want to eat some Korean food that isn't hot and spicy. - Biraz baharatsız ve acısız Kore yemeği yemek istiyorum.

Never rub your eyes after cutting a hot pepper. - Bir acı biber kestikten sonra asla gözlerini ovma.

acı
{i} pain

His face is distorted by pain. - Onun yüzü acıdan şekil değiştirmişti.

I cannot bear this pain. - Bu acıya dayanamıyorum.

acı
{i} ache

He used to suffer from stomach aches. - O, mide ağrılarından dolayı acı çekerdi.

acısını çekmek
suffer
acısını azaltmak
reduce pain
acısını almak
1. to take the hot, bitter, or biting taste out of (a food). 2. to stop the pain in (a wound or hurt). 3. to assuage, soothe (a sorrow)
acısını bağrına basmak/içine gömmek
to hide one's distress or sorrow
acısını görmek
to suffer the death of (someone one loves)
acısını paylaşma
sympathy
acısını paylaşmak
condole
acısını paylaşmak
to commiserate (with sb)
acısını çekmek
to pay the penalty (of an action), to suffer for it
acısını çekmek
to pay the penalty of, pay for, suffer for
acısını çıkarma
revenge
acısını çıkarmak
pay out
acısını çıkarmak
take revenge for
acısını çıkarmak
to be/get even (with sb), to vent sth on sb/sth, to have/get one's own back on
acısını çıkarmak
1. to take away the hot, bitter, or biting taste of (a food). 2. to make up for, compensate for. 3. to make (someone) suffer for, make (someone) pay for (a wrong)
acısını çıkarmak
have one's revenge
acısını çıkarmak
serve smb. out
acısını çıkarmak
get even with
acısını çıkarmak
pay back
acısını çıkarmak
pay off
acısını çıkarmak
reciprocate
acısını çıkarmak
requite
acısını çıkarmak
avenge
acısını çıkarmak
compensate oneself for
acısını çıkarmak
be revenged
acı
{i} hurt

My shoes hurt. I'm in agony. - Ayakkabım zarar gördü. Acı içindeyim.

The soap hurt my eyes. - Sabun gözlerimi acıttı.

acı
sting

A bee sting can be very painful. - Arı sokması çok acı verici olabilir.

Whose sting is more painful: a bee's or a wasp's? - Hangisinin sokması daha acılıdır: Bir arının mı yoksa bir yaban arısının mı?

acı
distress

That is a distressing story. - Bu acıklı bir hikaye.

acı
{s} sad

The old man started to laugh sadly. - Yaşlı adam acı bir şekilde gülmeye başladı.

The movie was so sad that everybody cried. - Film öyle acıklı idi ki herkes ağladı.

acı
sorrow

His heart is filled with sorrow. - Onun kalbi acıyla doludur.

No words can express her deep sorrow. - Kelimeler acısını ifade etmede yetersiz kalır.

acı
incisive
acı
acrimonious
acı
peppery
acı
severe

Tom was in severe pain. - Tom şiddetli acı içindeydi.

He used to suffer from severe nasal congestion. - O şiddetli burun tıkanıklığından dolayı acı çekti.

acı
harsh

Teenagers must adapt to today's harsh realities. - Gençler bugünün acımasız gerçeklerine uymalılar.

I think Tom is harsh. - Tom'un acımasız olduğunu düşünüyorum.

acı
grief

You cannot put time limits on grief. - Acılar ha demeyle dinmez.

Grief is one of the worst sufferings. - Keder en kötü acılardan biridir.

acı
suffering

My wife is suffering from pneumonia. - Eşim zatürreden dolayı acı çekiyor.

He is suffering from an aggravated disease. - O, ağır bir hastalıktan acı çekiyor.

acı
sardonic
acı
{i} worry

Don't worry, cutting your hair doesn't hurt. - Merak etmeyin, saçınızı kesmek acı vermez.

acı
{s} acrid
acı
sorry

Tom said he felt sorry for Mary. - Tom Mary'ye acıdığını söyledi.

I'm very sorry for the pain I caused. - Neden olduğum acı için çok üzgünüm.

acı
{s} lamentable
acı
sorrowful
acı
severest
acı
sharp

He felt a sharp pain. - O, keskin bir acı hissetti.

She felt a sharp pain in the chest. - Göğsünde keskin bir acı hissetti.

acı
bite

When I bite down, this tooth hurts. - Ben ısırdığımda, bu diş acıyor.

The tetanus shot hurt more than the dog bite. - Tetanoz aşısı köpek ısırmasından daha çok acıttı.

acı
gripes
acı
mercy

There is no mercy here, Pinocchio. I have spared you. Harlequin must burn in your place. I am hungry and my dinner must be cooked. - Burada merhamet yok, Pinokyo. Senin canını bağışlıyorum. Harlequin senin yerine yanmalı. Ben acıktım ve akşam yemeğim pişirilmeli.

You just have to have mercy on my poor wife. - Sadece zavallı karıma acımalısın.

acı
inflict

A sadist likes inflicting pain; a masochist, receiving it. - Bir sadist acı vermekten; bir mazoşist onu almaktan hoşlanır.

acı
cruel

It was an extremely cruel war. - Bu son derece acımasız bir savaştı.

I never thought he was capable of doing something so cruel. - Onun o kadar acımasız bir şey yapma yeteneğine sahip olduğunu hiç düşünmemiştim.

acı
agony

The soldier lay in agony on the bed. - Asker yatakta acı içinde uzanıyordu.

He lay in agony until the doctor arrived. - Doktor gelinceye kadar acı içinde yattı.

acı
severly
acı
tart
acı
rank
acı
bitting
acı
brackish
acı
trenchant
acı
poignancy
acı
heartbreak
acı
cutting

Never rub your eyes after cutting a hot pepper. - Bir acı biber kestikten sonra asla gözlerini ovma.

Don't worry, cutting your hair doesn't hurt. - Merak etmeyin, saçınızı kesmek acı vermez.

acı
nippy
acı
acid
acı
gnawing
acı
agitation
acı
heartache
acı
anguish

He hid his anguish with a smile. - O bir tebessümle acısını sakladı.

Sami's family waited in anguish. - Sami'nin ailesi acı içinde bekliyordu.

acı
piercing
acı
feel for

I really feel for you. - Gerçekten sana acıyorum.

acı
poignant
acı
commiserate with
acı
astringent
acı
deplore
Acı
bittering
acı
grievous
acı
very warm; bitter
acı
a pain
acı
suffer of
acı
the sting
Allah (acısını) unutturmasın
May God spare you from a greater sorrow (said when one is subjected to a great loss or grief)
acı
splitting
acı
bitterness, sharpness
acı
grief, sorrow (at someone's death): Allah bu acıyı unutturmasın! May God spare you more grief!
acı
scathing

The army were scathingly beaten. - Ordu acımasızca yenildi.

acı
pang

Tom felt the pangs of hunger. - Tom açlığın acısını hissetti.

acı
misery

Tom shot the injured horse to put it out of its misery. - Tom acısına son vermek için yaralı atı vurdu.

Misery and sorrow accompany war. - Acı ve üzüntü savaşa eşlik eder.

acı
pain; ache
acı
pain, ache
acı
mental pain, anguish, suffering, sorrow
acı
affliction
acı
shrill
acı
biting; painful
acı
tragic

It was a tragic accident. - Bu acıklı bir kazaydı.

acı
(biber) hot; (kahve, bira vb.) bitter; (yağ) rancid; (koku/tat) acrid, sharp, biting, pungent; (söz) hurtful, cutting, tart, harsh, caustic, pungent, biting; (bağırış) sharp, shrill, piercing;(üzücü) grievous, poignant, tragic, pitiful; pain, ache, pang
acı
acerb
acı
{s} vitriolic
acı
twinge
acı
{s} pungent
acı
vitriol
acı
{s} keen
acı
nipping
acı
{s} biting
acı
wry
acı
{s} painful

She was painfully thin. - O, acı verecek şekilde zayıftı.

She was painfully skinny. - O, acı verecek şekilde zayıftı.

acı
smart
kuyruk acısını çıkarmak
to square accounts (with)
الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف acısını في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

ACI
adjacent channel interference
التركية - التركية

تعريف acısını في التركية التركية القاموس.

acı
Bazı maddelerin dilde bıraktığı yakıcı duyu, tatlı karşıtı
Acı
BiBERLi
Acı
çorak
Acı
(Osmanlı Dönemi) MÜRR
Acı
ıstırap
acı
Tadı bu nitelikte olan
acı
Tat alma organında bazı maddelerin bıraktığı yakıcı duyu, tatlı karşıtı
acı
Bir etki sonucu vücutta duyulan ağrı, sancı: "Belli bir yerinde kırık çıkık acısı yoktu."- M. Yesarî
acı
Koyu (renk): "Sıcak iklimlerde bu mevsim, tek renktedir, sadece acı yeşildir."- R. H. Karay
acı
Ölüm, yangın, deprem gibi olayların yarattığı üzüntü, keder, elem
acı
Kırıcı, üzücü, incitici, dokunaklı, korkunç: "Acı söz insanı dininden çıkarır."- Atasözü. Ölüm, yangın, deprem gibi olayların yarattığı üzüntü, keder, elem: "İnsan, ölümün acısını en çok günün iki uzak saatinde hissetmektedir."- Y. Z. Ortaç
acı
Tadı bu nitelikte olan: "Acı kahvesini yudumluyordu."- T. Buğra
acı
Keskin, hoşa gitmeyen, şiddetli: "Acı poyraz kuvvetle esiyordu."- O. Kemal
acı
Dışarıdan gelen bir etki ile dış organlarda birdenbire oluşan ve o etkilerin kalkması ile duyulan rahatsızlık, ıstırap: "Omuzlarına kadar vücudun derisini haşlayan bayıltıcı yanma acısı ve dehşeti çok sürmedi."- P. Safa
acı
Koyu (renk)
acı
Dışarıdan gelen bir etki ile dış organlarda birdenbire oluşan ve o etkilerin kalkması ile duyulan rahatsızlık, ıstırap
acı
Ağrı, sancı
acı
Kırıcı, üzücü, incitici, dokunaklı, korkunç
acı
Keskin, hoşa gitmeyen, şiddetli
الإنجليزية - التركية

تعريف acısını في الإنجليزية التركية القاموس.

ACI
(Askeri) çağrı engeli tahsisi (assign call inhibit)
acısını
المفضلات