a state of having life

listen to the pronunciation of a state of having life
الإنجليزية - التركية

تعريف a state of having life في الإنجليزية التركية القاموس.

living
{s} canlı

O, büyük babanın canlı görüntüsüdür. - It's the living image of your grandfather.

İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak. - So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.

living
living wage geçindirebilecek maaş
living
yaşayarak

Ben Berlin'de bir Alman aile ile yaşayarak bir hafta geçirdim. - I spent a week in Berlin living with a German family.

Tom yıllarını Boston sokaklarda yaşayarak geçirdi. - Tom spent years living on the streets of Boston.

living
dirimli
living
(Ticaret) maişet
living
yaşayan

Yaşayanların sayısı ölülerinkinden daha azdı. - The number of the living was smaller than that of the dead.

Tímea, Polonya'da yaşayan bir Macardır. - Tímea is a Hungarian living in Poland.

living
geçinme

Tom bir sokak müzisyeni olarak geçinmeyi zor buldu. - Tom found it hard to make a living as a street musician.

Onlar geçinmeyi zor buldu. - They found it difficult to earn a living.

living
sağ

Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir. - Tom drives a truck for a living.

Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı. - The poor girl made a living by selling flowers.

living
{s} yaşayanlara özgü
living
tıpkı
living
{i} hayat

Ölüm yaşamın zıttı değildir: biz ölümümüzü ölürken geçirmezken hayatımızı yaşarken geçiririz. - Dying is not the opposite of living: we spend our life living while we don't spend our death dying.

Ben bu tür bir hayatı yaşamaktan usandım. - I'm tired of living this kind of life.

living
kuvvetli
living
{i} yaşam

Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum. - I like living with you.

Yalnız yaşamaya alışkın. - She is used to living alone.

living
{i} geçim yolu
living
{i} geçim

Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir. - Tom drives a truck for a living.

Tom geçimini neyle sağlar? - What does Tom do for a living?

living
{i} yaşam tarzı

Büyükannem yaşam tarzını hiçbir zaman değiştirmedi. - My grandmother never changed her style of living.

Sizinle yaşamamın yaşam tarzınızı etkilediğini düşünüyorum. - I think my living with you has influenced your way of living.

living
{s} güncel
living
canlandırıcı
الإنجليزية - الإنجليزية
living
a state of having life

    الواصلة

    a state of ha·ving life

    التركية النطق

    ı steyt ıv hävîng layf

    النطق

    /ə ˈstāt əv ˈhavəɴɢ ˈlīf/ /ə ˈsteɪt əv ˈhævɪŋ ˈlaɪf/
المفضلات