Benim yazdığım yemek tarifi kitabını gördün mü?
- Have you seen the recipe book that I wrote?
Yemek tarifini nereden aldın?
- Where did you get the recipe?
Bir makbuz istiyorum, lütfen.
- I'd like a receipt, please.
O, sayısız makbuz ve banka kayıtlarıyla ilgili yaptığı hesaplamalara dayandırarak, bilgisayarında tam bir mali kayıt yaptı.
- He made a complete financial record on his computer, basing his calculations on countless receipts and bank records.
Mary reçete kullanmadan bir şey pişirebilir.
- Mary can cook anything without using a recipe.
Mary reçetesiz her şeyi pişirebilir.
- Mary can cook anything without recipes.
Tarifeyi iki katına çıkarmamalıydım.
- I shouldn't have doubled the recipe.
Challah o kadar lezzetliydi ki sadece ondan tarifeyi istemek zorunda kaldım.
- The challah was so delicious that I just had to ask her for the recipe.
Tom annesinin yulaf ezmeli kurabiye tarifini Mary ile paylaştı.
- Tom shared his mother's oatmeal cookie recipe with Mary.
Benim yazdığım yemek tarifi kitabını gördün mü?
- Have you seen the recipe book that I wrote?
Yemek tarifini nereden aldın?
- Where did you get the recipe?
Delia'nın onlara allerjisi olduğu için bu yemek tarifinden fındıkları çıkarttım.
- I've left out the nuts in this recipe because Delia's allergic to them.
Bir makbuz almayı unutma.
- Be sure to get a receipt.
Agh. Annemden bir hediye almak için uzun bir süre bekledim. Ancak, çok sorunludur.
- Agh. I waited for a long time for the receipt of a present from my mother. However, it's very problematic.
Müşterinin fişi var mı?
- Does the customer have his receipt?
Lütfen bana bir fiş ver.
- Please give me a receipt.
Bu, felaket için bir çözümdür.
- This is a recipe for disaster.
His new approach is definitely a recipe for success.
... The recipe for gunpowder eventually moves west across the Silk Roads ...
... are burdened further, that's not what I believe is a recipe for economic growth. ...