تعريف a foul في الإنجليزية التركية القاموس.
- foul
- {f} kirletmek
Sigara içenler havayı kirletmektedir.
- Smokers foul up the air.
- foul
- faul
O asla faullü oynamayacak.
- He will never play you foul.
Yaptığı şey kesinlikle fauldü.
- What he did was definitely a foul.
- foul
- pisletmek
- hack
- {f} kıymak
- foul
- {i} kurallara aykırı hareket
- foul
- iğrenç
Havada iğrenç bir koku var.
- There is a foul odor in the air.
Bu iğrenç çöpten hemen kurtulmalıyız.
- We must get rid of this foul garbage right away.
- hack
- {f} kesmek
- hack
- {i} kertik
- foul
- {s} pis
Pis bir şeyin kokusunu alıyorum.
- I smell something foul.
- hack
- {i} çentik
- foul
- {s} kokuşmuş
- foul
- dolaşmış
- foul
- dolaşmak
- foul
- karışma
- foul
- çarpışma
- foul
- küfürlü
Tom'un çok küfürlü bir ağzı vardı.
- Tom had a very foul mouth.
- foul
- çatmak
- foul
- çarpmak
- foul
- murdar
- foul
- dolaşma
- foul
- (hava) kötü
- foul
- (Askeri) çaparız
- foul
- (Askeri) gambalı
- foul
- ayıp
- foul
- çarpmak gemi
- foul
- kir
Sigara dumanı odadaki havayı kirletir.
- Cigarette smoke fouls the air in a room.
Bu odanın havası kirli.
- The air in this room is foul.
- foul
- günah
- foul
- fani
- foul
- dokunmak
- foul
- (Ticaret) kusurlu
- foul
- menfur
- foul
- bindirmek gemi
- foul
- pislik
- foul
- suikast
- foul
- tiksindirici
- hack
- {f} taksiye atlamak
- hack
- kazıma
- hack
- sporda tekme atmak
- hack
- kiralık binek atı
- afoul
- takılmış
- afoul
- dolaşmış
- foul
- bozuk
O adamın bozuk bir ağzı var.
- That man has a foul mouth.
Her ne zaman kızsa, bozuk dil kullanır.
- He uses foul language whenever he gets angry.
- foul
- hain
- foul
- {i} zor durum
- foul
- fırtınalı
- foul
- faul yapmak
- foul
- kirli
Kirli giysiler soyunma odasının havasında iğrenç bir koku bıraktı.
- The dirty clothes left a foul odor in the air of the locker room.
Bu odanın havası kirli.
- The air in this room is foul.
- foul
- kötü
Çöp sepetinde garip, kötü kokulu kahverengi bir sıvı vardı.
- There was a strange, foul-smelling brown liquid in the waste basket.
O kötü koku nehirden geliyor.
- That foul odor is coming from the river.
- foul
- berbat
- foul
- {f} kirlet
Sigara içenler havayı kirletmektedir.
- Smokers foul up the air.
Sigara dumanı odadaki havayı kirletir.
- Cigarette smoke fouls the air in a room.
- hack
- kira beygiri
- hack
- yarmak
- afoul
- dolaşmı
- afoul
- bir şeye takılmış
- foul
- {s} hilekâr
- foul
- murdar etmek
- foul
- haince
- foul
- çaparız vermek
- foul
- {s} dolaşık
- foul
- {s} hilebaz
- foul
- {f} çarpmak (gemi)
- foul
- kabaca
- foul
- {s} tıkanmış
- foul
- {f} spor faul yapmak
- foul
- {f} kirlenmek
- foul
- {f} pislenmek
- foul
- {f} tıkamak
- foul
- {f} bindirmek (gemi)
- foul
- kurallara aykırı olarak
- foul
- {s} birbirine karışmış (ipler, zincirler v.b.). i., spor faul
- foul
- {s} fena
- foul
- faullü olarak
- foul
- açık saçık
- foul
- {s} kaba
- foul
- {s} karışmış
- foul
- {f} ile karışmak
- foul
- {f} dolaştırmak
- foul
- {s} kurallara aykırı
- foul
- spor oyuncuya karşı ku
- foul
- bulaştırmak
- foul
- yanmış barutun çamuru ile kirletmek ot ve midye bağlamak dolaştırıp işlemez hale getirmek
- foul
- {s} ağır
- foul
- {f} bozmak
- foul
- çirkin biçimde
- foul
- {s} çirkin
- foul
- {i} çarpışma (gemi)
- foul
- {f} karıştırmak
- hack
- {i} taksici
- hack
- çok sayıda düşük kaliteli eserler yazan yazar
- hack
- {i} taksi
- hack
- {s} vasat, niteliksiz (iş)
- hack
- (fiil) doğramak, kıymak, kesmek, vurarak kesmek, yontmak, çentmek, kuru kuru öksürmek, tekme atmak [spor.], sert oynamak, atla gezmek, taksi tutmak, taksiye atlamak, taksi kullanmak, sipariş üzerine yazı yazmak
- hack
- sür/bin/kes
- hack
- huck stand taksi durağı
- hack
- {i} alelâde
- hack
- {i} sıradan
- hack
- yaşlı ve yorgun at