Ona kendi odamı gösterdim.
- I showed her my room.
Muhabir: Ona bir kedi yavrusu aldınız mı?
- Reporter: Did you buy her a kitten?
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Emi kendine yeni bir elbise ısmarladı.
- Emi ordered herself a new dress.
O kendi kendine mırıldanıyor.
- She is muttering to herself.
Siz ondan daha uzun boylusunuz.
- You are taller than her.
Herkes ondan iyi şekilde bahseder.
- Everybody speaks well of her.
Onu Kaliforniya'ya gönderiyorum.
- I'm sending her to California.
Aşk onu rüyalarında görmektir.
- Love is seeing her in your dreams.
Yeni bir araba satın alması için babasına baskı yaptığında Catherine'nin bir art niyeti vardı; O, arabayı kendisinin sürebileceğini umuyordu.
- Catherine had an ulterior motive when she urged her father to buy a new car. She hoped that she'd be able to drive it herself.
Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı.
- Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.
Ladies and gentlemen, I present to you Her Royal Highness The Crown Princess Victoria.
The murderer was imprisoned at Her Majesty's pleasure.
The manager was given her head to make whatever changes she might deem necessary in the structure of her department.
He had given her head many times, but this time she especially enjoyed it.
This is her book.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
Her ass is always late.
Once we have the tank full we will back away and you can let her rip.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
Don't worry, everything will be OK.
- Üzülmeyin, her şey düzelecek.
She treated each of us to an ice cream.
- O, her birimize bir dondurma ikram etti.
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
You can't get lost in big cities; there are maps everywhere!
- Büyük kentlerde kaybolmazsın, her yerde haritalar var!
To be always honest is not easy.
- Her zaman dürüst olmak kolay değildir.
Mother always gets up early in the morning.
- Anne her zaman sabahları erken kalkar.
Don't worry, everything will be OK.
- Üzülmeyin, her şey düzelecek.
Put everything in my basket.
- Her şeyi sepetime koy.
Both the brothers were out.
- Kardeşlerin her ikisi de dışarıdalardı.
Both my parents are at home now.
- Ebeveynlerimin her ikisi de şu an evdeler.
They are both unmarried.
- Onların her ikiside evli değil.
Every day they killed a llama to make the Sun God happy.
- Onlar Güneş Tanrısı'nı mutlu etmek için her gün bir lama öldürdü.
I play football every day.
- Her gün futbol oynarım.
Mr. Jackson somehow knew that Tom had done my homework for me.
- Bay Jackson her nasılsa Tom'un benim için ev ödevimi yaptığını biliyordu.
Somehow, you look different today.
- Her nasılsa, farklı görünüyorsun.
The tickets are 1,000 yen each.
- Biletlerin her biri 1.000 yen.
Each of the brothers has a car.
- Erkek kardeşlerin her birinin bir arabası var.
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
Give help to anyone who needs it.
- Her kimin ihtiyacı olursa ona yardım et.
How many times does the bus run each day?
- Otobüs her gün kaç kez çalışır?
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Bill is honest all the time.
- Bill her zaman dürüsttür.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Everybody started to panic.
- Herkes panik yapmaya başladı.
She planted some pansies in the flower bed.
- Çiçekliğe bazı hercai menekşeler dikti.
Some humans believe that there exists a god who is omniscient, omnipotent and omnipresent.
- Bazı insanlar; her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve her yerde olan bir tanrının var olduğuna inanıyorlar.
Tom is omnilingual. He can speak every language on Earth.
- Tom omnilingualdir. O, Dünya'daki her dili konuşabilir.
You look very pretty, as usual.
- Her zaman olduğu gibi çok güzel görünüyorsun.
Tom and Mary were wasting time, as usual.
- Tom ve Mary her zaman olduğu gibi boşa zaman harcıyordu.
Both the brothers were out.
- Kardeşlerin her ikisi de dışarıdalardı.
She is paralyzed in both legs.
- O, her iki bacağından felçlidir.
Tom brings us gifts whenever he visits.
- Tom her ne zaman ziyarete gelse bize hediyeler getirir.
Whenever I go to this store, they're selling freshly baked taiyaki cakes.
- Bu dükkâna her ne zaman gitsem, taze pişmiş taiyaki kekleri satıyorlar.
The patient was recovering daily.
- Hasta her gün toparlanıyordu.
I speak English daily.
- Her gün İngilizce konuşuyorum.
Anyway, I won't take up any more of your time.
- Her neyse, daha fazla zamanını almayacağım.
Anyway, I know you must be busy, so let me go.
- Her neyse, ben sizin meşgul olmak zorunda olduğunuzu biliyorum, bu yüzden gideyim.
For some reason I don't like Tom.
- Her nedense Tom'dan hoşlanmıyorum.
For some reason, I feel sleepy when I start studying.
- Her nedense okumaya başladığımda kendimi uykulu hissediyorum.
He had every reason for doing so.
- Öyle yapmak için her türlü nedeni vardı.
Everyone has the right to the protection of the moral and material interests resulting from any scientific, literary or artistic production of which he is the author.
- Herkesin yarattığı, her türlü bilim, edebiyat veya sanat eserlerinden mütevellit manevi ve maddi menfaatlerin korunmasına hakkı vardır.
Man is not as almighty as God.
- İnsan Allah kadar her şeye kadir değildir.
She told him once and for all that she would not go to the movie with him.
- Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla sinemaya gitmedim.
His story may sound false, but it is true for all that.
- Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
You may take either of the two books.
- İki kitaptan herhangi birini alabilirsin.
I don't like either of them.
- Ben, onlardan herhangi birini sevmiyorum.
Tom does this every single time.
- Tom bunu her zaman yapar.
One should take good care of every single thing.
- Biri her şeye iyi bakmalı.
For all his genius, he is as unknown as ever.
- Bütün dehasına rağmen, o her zaman olduğu kadar bilinmiyor.
His story may sound false, but it is true for all that.
- Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
That could happen at any time.
- O her an meydana gelebilir.
It may rain at any time.
- Her an yağmur yağabilir.
He'll be here any moment.
- O, her an burada olacak.
We may have a very severe earthquake any moment now.
- Şu anda çok şiddetli bir deprem her an olabilir.
Tom used to be drunk by this time every night.
- Tom her gece bu zamanda sarhoş olurdu.
Tom calls Mary every night.
- Tom her gece Mary'yi arar.
The dog waited day after day for its master's return.
- Köpek her gün sahibinin dönüşünü bekledi.
In June, it rains day after day.
- Haziranda her gün yağmur yağar.
It's just an everyday thing.
- O sadece her günkü bir şeydir.
Tom! Do you realise that these sentences are very self-centred: They always either begin with or end with you! Even both! she reproached Tom.
- Tom! Bu cümlelerin çok bencil olduğunun farkında mısın?: Onlar her zaman ya seninle başlıyor ya da seninle bitiyor! Hatta her ikisi! o, Tom'a serzenişte bulundu.
Either as a waiter at a restaurant or a bartender, both are OK.
- Ya restoranda bir garson olarak ya da bir barmen , her ikisi de Tamam.
Both of them are very cute.
- Onların her ikisi de sevimli
Both of them went to the window to look outside.
- Her ikisi de dışarıya bakmak için pencereye gitti.
Both of them are very cute.
- Onların her ikisi de sevimli
Both of them went to the window to look outside.
- Her ikisi de dışarıya bakmak için pencereye gitti.
What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers.
- Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.
Whatever it is, I'd like to know what Sami wants.
- Her ne ise, Sami'nin ne istediğini bilmek isterim.
Whatever it is, I didn't do it.
- O her ne ise, ben yapmadım.
At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
- Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
- Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
I feel itchy everywhere.
- Her tarafım kaşınıyor.
We have people everywhere.
- Her tarafta insanlar var.
He comes into contact with all kinds of people.
- Her türlü insanla bağlantı kurar.
This shop has all kinds of foreign-language magazines.
- Bu mağaza her türlü yabancı dil dergilerine sahiptir.
Tom can sleep anywhere.
- Tom her yerde uyuyabilir.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
That kind of thing can't be found just anywhere.
- O tür şey her yerde bulunamaz.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
Violence erupted all over the city because of the food shortages.
- Yiyecek yokluğundan dolayı şehrin her yerinde şiddet patlak verdi.
The man is well-known all over the village.
- Adam köyün her yerinde iyi tanınmıştır.
He drinks his coffee black every time.
- O, her zaman kahvesini sade içer.
Every time I hear that song, I think of my high school days.
- O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.
He will forever live on in our memories.
- O her zaman anılarımızda yaşayacak.
It feels like I've known you forever.
- Seni her zaman tanıdım gibi geliyor.
An accident may happen at any time.
- Bir kaza her zaman olabilir.
You can call me at any time.
- Beni her zaman arayabilirsin.
... that's telling her she's cheesy is full of shit. ...
... Because I was just telling her, I just want to teach ...