Do you love me unconditionally?
- Beni kayıtsız şartsız seviyor musun?
Sovereignty unconditionally belongs to the nation.
- Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.
I will do it on the condition that you help me.
- Bana yardım etmen şartıyla onu yaparım.
I accept, but only under one condition.
- Kabul ediyorum, ama sadece tek bir şartla.
The circumstances did not allow me to go abroad.
- Şartlar benim yurt dışına gitmeme izin vermedi.
You can't say anything till you know the circumstances.
- Şartları öğrenene kadar bir şey söyleyemezsin.
Things that you see with your eyes are not necessarily true.
- Gözünüzle gördüğünüz şeylerin doğru olması şart değil.
Due to the bad weather, the game was called off.
- Kötü hava şartları nedeniyle oyun iptal edildi.
Due to the bad weather, the game was cancelled.
- Kötü hava şartlarından dolayı oyun iptal edildi.
They released him with the stipulation that he should not go out of town until the investigation was complete.
- Soruşturma tamamlanana kadar kasabadan çıkmaması şartıyla onu serbest bıraktılar.
Setting limits is imperative.
- Sınırları kurmak şarttır.
It is imperative that we find another way out of this situation.
- Bu duruma başka bir çıkar yol bulmamız şart.
Tom must choose the second-best policy according to the circumstances.
- Tom şartlara göre, ikinci en iyi politikayı seçmeli
At one time we were enemies, but we've buried the hatchet and we are now on friendly terms with each other.
- Biz bir zamanlar düşmandık fakat baltayı gömdük ve şimdi birbirimizle dostane şartlardayız.
We expected better terms.
- Daha iyi şartlar bekliyorduk.