şartlandırmak

listen to the pronunciation of şartlandırmak
التركية - الإنجليزية
psych. to condition (someone, an animal) to respond in a certain way, cause (someone, an animal) to become conditioned
to condition koşullandırmak
condition
şart
condition

There is an urgent need for improved living conditions. - Gelişmiş yaşam şartlarına acil bir ihtiyaç var.

You have our permission to include our software on condition that you send us a copy of the final product. - Nihayi ürünün bir kopyasını göndermek şartıyla bizim yazılımı dahil etmeniz için iznimiz var.

şart
circumstance

The circumstances did not allow me to go abroad. - Şartlar benim yurt dışına gitmeme izin vermedi.

Tom's doing a good job under very difficult circumstances. - Tom çok zor şartlar altında iyi bir iş yapıyor.

şart
necessarily

Things that you see with your eyes are not necessarily true. - Gözünüzle gördüğünüz şeylerin doğru olması şart değil.

şart
essential
şart
weather

Due to the bad weather, the game was cancelled. - Kötü hava şartlarından dolayı oyun iptal edildi.

Due to the bad weather, the game was called off. - Kötü hava şartları nedeniyle oyun iptal edildi.

şart
if
şart
string
şart
stipulation

They released him with the stipulation that he should not go out of town until the investigation was complete. - Soruşturma tamamlanana kadar kasabadan çıkmaması şartıyla onu serbest bıraktılar.

şart
(Hukuk) term, provision, charter, requirement
şart
(Kanun) charter
şart
imperative

Setting limits is imperative. - Sınırları kurmak şarttır.

It is imperative that we find another way out of this situation. - Bu duruma başka bir çıkar yol bulmamız şart.

şart
article
şartlandırma
(Gıda,Pisikoloji, Ruhbilim) conditioning
şart
reservation
şart
{i} state
şart
reserve
şart
understanding
şart
condition, stipulation, provision; article, clause koşul
şart
must

Tom must choose the second-best policy according to the circumstances. - Tom şartlara göre, ikinci en iyi politikayı seçmeli

şart
proviso
şart
qualification
şart
subjunctive
şart
term

We sued the insurance company because it violated the terms of our policy. - Biz sigorta şirketine poliçemizin şartlarını ihlal ettiği için dava açtık.

At one time we were enemies, but we've buried the hatchet and we are now on friendly terms with each other. - Biz bir zamanlar düşmandık fakat baltayı gömdük ve şimdi birbirimizle dostane şartlardayız.

التركية - التركية
Önceden belirlenmiş şartlara göre uydurmak
ŞART
(Osmanlı Dönemi) Yemin
ŞART
(Osmanlı Dönemi) Gr: Biri diğerine bağlı olan iki cümle hakkında delâlet edilen; yâni mütevakkıf aleyhe delâlet eden diğer cümleye cezâ denir. Meselâ: "Haber verirsen, ben de gelirim" cümlesinde "Haber verirsen" cümlesi şart, "ben de gelirim" cümlesi ise cezâdır. Bunlara "cezâ cümlesi, şart cümlesi" de denir. Başka tabirle "cümle-i şartiye" ve "cümle-i cezâiye" denir
ŞART
(Osmanlı Dönemi) Bir kısım muamelelerde lüzumlu olan hüküm. Bir şeyin olması ona bağlı olan şey
ŞART
(Osmanlı Dönemi) Hal, vaziyet
ŞART
(Osmanlı Dönemi) Kayıt. Bir iş için mutlaka lüzumlu olan husus
Şart
kayıt
Şart
koşul
Şart
(Osmanlı Dönemi) KAYD
şart
Olması başka durumların gerçekleşmesini gerektiren şey, koşul
şart
Olması başka durumların gerçekleşmesini gerektiren şey, koşul: "İster istemez bu şartlara boyun eğecekti."- F. R. Atay
şartlandırma
Şartlandırmak işi
şartlandırma
Önceden belirlenmiş şartlara göre uydurma işi
şartlandırmak
المفضلات