özleri

listen to the pronunciation of özleri
التركية - الإنجليزية
themselves
The person of unspecified gender previously mentioned, as the object of a verb or following a preposition, where the person is also the subject of the verb; also used for emphasis

(for emphasis): The children did this themselves.

(the reflexive case of they, the third-person plural personal pronoun) The people previously mentioned, as the object of a verb or following a preposition, where the people are also the subject of the verb; also used for emphasis

(for emphasis): They are going to try climbing Mount Everest themselves.

{p} plural their very selves, them alone
You use themselves to refer to people, animals, or things when the object of a verb or preposition refers to the same people or things as the subject of the verb. They all seemed to be enjoying themselves The men talked amongst themselves
The plural of himself, herself, and itself
See Himself, Herself, Itself
Themselves is the third person plural reflexive pronoun
You use themselves instead of `himself or herself' to refer back to the person who is the subject of sentence without saying whether it is a man or a woman. Some people think this use is incorrect. What can a patient with emphysema do to help themselves?
emphasis You use themselves instead of `himself or herself' to emphasize the person you are referring to without saying whether it is a man or a woman. Themselves is also sometimes used as the object of a verb or preposition. Some people think this use is incorrect. Each student makes only one item themselves
emphasis You use themselves to emphasize the people or things that you are referring to. Themselves is also sometimes used instead of `them' as the object of a verb or preposition. Many mentally ill people are themselves unhappy about the idea of community care
pron. their selves, their persons
öz
core

He seems like a softy on the surface, but at the core he's got an iron will that makes him an extremely tough negotiator. - Dış görünüşte bir sümsük gibi görünüyor. Fakat özünde onu zorlu bir delege yapan sağlam bir iradesi var.

öz
{i} self

His self-denial is admirable. - Onun özverisi takdire değer.

Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates. - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.

öz
essence

Freedom is the essence of mathematics. - Matematiğin temeli özgürlüktür.

Individual liberty is the essence of democracy. - Bireysel özgürlük demokrasinin temelidir.

öz
own

I came here of my own free will. - Ben buraya kendi özgür irademle geldim.

Railway workers have their own particular terminology. - Demiryolu işçilerinin kendi özel terminolojileri var.

öz
matter

Tom spoke to Mary in private about the matter. - Tom konu hakkında Mary ile özel görüştü.

I have no particular desire to discuss that matter. - Bu konuyu tartışmak için özel bir isteğim yok.

öz
whole

I apologized to the whole team. - Bütün takım için özür diledim.

I spent the whole week alone, and I longed for conversation. - Ben bütün haftayı yalnız geçirdim ve ben konuşmayı özledim.

öz
substance
öz
{s} genuine
öz
{i} epitome
öz
(Denizbilim) code
öz
self-

My failure did not weaken my self-confidence. - Hatam, özgüvenimi zayıflatmadı.

His self-denial is admirable. - Onun özverisi takdire değer.

öz
(İnşaat) net

Hackers find new ways of infiltrating private or public networks. - Hackerlar, özel ya da kamuya açık ağlara gizlice girmek için yeni yollar arıyorlar.

öz
mind

Do you have anything special in mind? - Aklınızda özel bir şey var mı?

He doesn't have a mind of his own. - Onun kendine özgü bir düşünme tarzı yok.

öz
soul

Individual freedom is the soul of democracy. - Bireysel özgürlük, demokrasinin ruhudur.

öz
(Biyokimya) auto

If I borrow the money, I feel like I'll lose my autonomy. - Ödünç para alırsam özerkliğimi kaybedeceğim gibi hissediyorum.

In his autobiography, he repeatedly refers to his unhappy school days. - Öz yaşam öyküsünde, defalarca mutsuz okul günlerinden bahsediyor.

öz
essential

A free press is essential for democracy. - Özgür bir basın demokrasi için gereklidir.

öz
(Denizbilim) orijin
öz
substantiality
öz
auto-
öz
juice

I feel amazing thanks to Tom's special orange juice. - Tom'un özel portakal suyu sayesinde harika hissediyorum.

öz
principle

This country is founded upon the principles of freedom, equality and fraternity. - Bu ülke, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkeleri üzerine kurulmuş.

öz
(Gıda) intrinsic
öz
echt
öz
(Biyokimya) bio

Those green suits are special suits for reducing the risk of biological contamination. - Bu yeşil takım elbiseler, biyolojik kirlenme riskini azaltmak için özel takım elbiselerdir.

A good biography is interesting and instructive. - İyi bir özgeçmiş, ilgi çekici ve öğreticidir.

öz
spirit

I have a free spirit. - Özgür ruhlu birisiyim.

All human beings are born free and equal in dignity and rights. They are endowed with reason and conscience and should act towards one another in a spirit of brotherhood. - Tüm insanlar özgür, şeref ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdana sahiplerdir ve birbirlerine karşı kardeşlik ruhuyla hareket etmelidir.

öz
kernel
öz
guts
öz
extract

Add the vanilla extract. - Vanilya özütünü ekleyin.

öz
pith
öz
eigen-
öz
guarded
öz
eigen
öz
gist

In reality, the explanation is a bit more complicated than this, but you get the gist. - Açıklama gerçekte bundan biraz daha karmaşık, ama sen özü anladın.

Nobody will say it so bluntly, but that is the gist of it. - Hiç kimse bunu çok açıkça söylemeyecek ama bunun özü odur.

öz
nucleus
öz
crux
öz
essential oil
öz
base

Dachshund sausages first became popular in New York, especially at baseball games. - Dachshund sosisleri ilk olarak New York'ta popüler oldu, özellikle beyzbol oyunlarında.

Do you like sports? Yes, I especially like baseball. - Spordan hoşlanır mısın? Evet, özellikle beyzboldan hoşlanırım.

öz
marrow
öz
{i} content

I want to summarize the content of the presentation and draw a conclusion. - Sunumun içeriğini özetlemek ve bir sonuç çıkarmak istiyorum.

öz
goodness
öz
full

Full religious freedom is assured to all people. - Tam din özgürlüğü tüm insanlar için güvence altına alınmıştır.

Tom's summaries are always full of misprints. - Tom'un özetleri daima yazım hatalarıyla doludur.

öz
entity
öz
(Hukuk) own, substance
öz
distillation
öz
German

Interest in German is growing, particularly in China, India and Brazil. - Almanca'ya ilgi büyüyor, özellikle Çinde, Hindistan'da ve Brezilya'da.

President Wilson accepted Germany's apology. - Başkan Wilson Almanya'nın özrünü kabul etti.

öz
pith and marrow
öz
quintessence
öz
genuine, real
öz
elixir
öz
meat

Hindus don't eat meat, in particular beef, and they are mainly vegetarian in order to respect the animals' lives. - Hindular et, özellikle sığır eti yemezler, onlar hayvanların yaşamlarına saygı duymak için temel olarak vejetaryendirler,

öz
extraction
öz
compendious
öz
inherent
öz
pure, unadulterated, unmixed
öz
distillate
öz
medulla
öz
heartbeat
öz
compact
öz
cream

Tom has a craving for chocolate ice cream. - Tom'un çikolatalı dondurmaya bir özlemi vardı.

öz
brook, stream
öz
noumenon
öz
{i} quiddity
öz
subject
öz
{i} pulp
öz
{i} quick
öz
{i} stuff
öz
safety

Could you explain all the safety features to me once again? - Bana bir kez daha tüm güvenlik özelliklerini açıklayabilir misin?

öz
{i} sum

If I had to sum up your attitude in one word, it would be arrogance. - Tutumunu tek kelimeyle özetleyecek olsaydım, bu küstahlık olurdu.

I have read the article and now I am writing a summary. - Ben yazıyı okudum ve şimdi bir özet yazıyorum.

öz
{i} substratum
التركية - التركية

تعريف özleri في التركية التركية القاموس.

Öz
nektar
öz
Bir şeyin temel ögesi, künh, zübde: "Ortalıktaki krizi sebep gösteriyorlar ama asıl kriz şirketin kendi özünde."- A. Gündüz
öz
çayırlık
öz
Kan bağı ile bağlı, üvey olmayan
öz
İçine, arılığını, saflığını bozacak hiçbir şey karışmamış olan, saf, arı
öz
Bir kimsenin benliği, kendi manevî varlığı, iç, nefis, derun
öz
Sulak yer
öz
Bitkilerin kök, gövde ve dallarının boydan boya ortasında bulunan, hafif, gevrek ve çoğu yumuşak bölüm. Çıbanların içinde ölmüş dokudan oluşan irinle birlikte çıkan parça
öz
Dere, çay
öz
Bir şeyin temel ögesi, künh, zübde
öz
Bir şeyin en kuvvetli veya kıvamlı bölümü, hülasa
öz
Bir şeyin en kuvvetli veya kıvamlı bölümü, hulâsa
öz
Çıbanların içinde ölmüş dokudan oluşan irinle birlikte çıkan parça
öz
Kendi, zat
öz
Sulak, verimli yer
öz
Küçük dere
öz
Kendi, zat: "Bir od düştü yanar tatlı özüme / Dünya zindan görünüyor gözüme."- Karacaoğlan. "Kendine, kendi kendini" anlamında birleşik kelimeler türetir
öz
Kan bağı ile bağlı, üvey olmayan: "Çocuğun bu yalanı bir anda onu bana bir öz evlat sevgisiyle bağladı."- R. N. Güntekin. İçine, arılığını, saflığını bozacak hiçbir şey karışmamış olan, saf, arı
öz
Can alıcı nokta
öz
Bir kimsenin benliği, kendi manevi varlığı, iç, nefis, derun: "Özünü bir yerde bırakıp sadece kalıbını gezdirmişti."- H. Taner
öz
"Kendine, kendi kendini" anlamında birleşik kelimeler türetir
öz
Bitkilerin kök, gövde ve dallarının boydan boya ortasında bulunan, hafif, gevrek ve çoğu yumuşak bölüm
öz
Nehirlerin etrafında bulunan eğimli arazi
öz
(Osmanlı Dönemi) lüb
الإنجليزية - التركية

تعريف özleri في الإنجليزية التركية القاموس.

öz
(Felsefe) Değişebilenin altında yatan değişmeyen
özleri
المفضلات