önden

listen to the pronunciation of önden
التركية - الإنجليزية
before
from the front

We were in the third row from the front. - Biz önden üçüncü sıradaydık.

This building looks large from the front, but not from the side. - Bu bina önden büyük görünüyor ama yandan değil.

in front
ahead

We went ahead and ate without Tom. - Biz önden gittik ve Tom olmadan yedik.

Go on ahead. I'll catch up with you soon. - Sen önden git. Ben yakında sana yetişirim.

ön
preliminary

A preliminary hearing is scheduled for October 20th. - Bir ön duruşma 20 Ekim'de planlanıyor.

ön
face

I don't understand the words on the face of the coin. - Madeni paranın önündeki sözleri anlamıyorum.

I have seen that face somewhere before. - O yüzü daha önce bir yerde gördüm.

ön
{s} anterior
ön
front

There is a post office in front of my house. - Evimin önünde bir postahane var.

There is a post office in front of my house. - Evimin önünde bir postane var.

önden buyrun
go ahead!
önden buyrun
after you!
önden buyurmak
go ahead!
önden buyurun
After you
önden gitmek
prevent
önden görünüş
front elevation
önden görünüş
front view
önden gösterim
front projection
önden müteharrik
front drive
önden projeksiyon
front projection
önden çarpışma
front end collision
önden çekiş
front drive
önden çekişli
front-wheel drive
ön
forward

If you put your best foot forward, you will succeed. - Eğer en iyi ayağınızı öne koyarsanız, başarılı olursunuz.

The old man leaned forward and asked his wife with a soft voice. - Yaşlı adam öne doğru eğildi ve karısına yumuşak bir sesle sordu.

ön
first

Two weeks ago, I visited Disneyland for the first time. - İki hafta önce, ilk kez Disneyland ziyaret ettim.

One is judged by one's speech first of all. - Bir insan her şeyden önce konuşması ile değerlendirilir.

ön
(Dilbilim) proto
ön
(Bilgisayar,Dilbilim) initial

Tom carved his initials on the large oak tree in front of the school. - Tom okulun önündeki büyük meşe ağacına adının baş harflerini kazıdı.

ön
primary

Where to go and what to see were my primary concerns. - Nereye gideceğim ve ne göreceğim benim öncelikli ilgilerim.

My primary concern is your safety. - Benim öncelikli ilgim sizin güvenliğinizdir.

ön
(Tıp) posterior
ön
pre-

What's your pre-tax income? - Senin vergi öncesi gelirin nedir?

He bought the pre-cut pork loin. - O önceden kesilmiş domuz filetosu aldı.

ön
foreground

The couch is in the foreground next to the table. - Kanepe masanın yanında ön tarafta.

ön
fore

Nobody can foresee what'll happen. - Kimse ne olacağını öngöremez.

Prophets have been forecasting the end of the world for centuries. - Peygamberler yüzyıllar boyunca dünyanın sonunu önceden tahmin etmiştir.

ön
ventral
ön
frontal
ön
pre

His opinion is free from prejudice. - Onun görüşü önyargısızdır.

We have to take steps to prevent air pollution. - Hava kirliliğini önlemek için tedbirler almalıyız.

önden git
outrode
önden git
outride
önden git
{f} outridden
ön
precursor
ön
the front

He sat in the front so as to be able to hear. - İşitebilmek için önde oturdu.

Someone is at the front door. Go and see who it is. - Ön kapıda biri var. Git ve kim olduğunu anla.

ön
prelımınary
ön
at the front
ön
pro

They know the importance of protecting the earth. - Dünyayı korumanın önemini biliyorlar.

The student has already solved all the problems. - Öğrenci tüm problemleri daha önce çözdü.

Ön
(Diş Hekimliği) vestibule
ön
the time immediately before one, the immediate future
ön
presence

Its presence is important for me. - Onun varlığı benim için önemli.

This is not a joke to be told in the presence of your parents. - Bu, ailenin gözünün önünde anlatılacak bir fıkra değil.

ön
initiative
ön
front; front part (of)
ön
ante

Tom connected the TV to the antenna that the previous owner of his house had mounted on the roof. - Tom TV'yi evin önceki sahibinin çatıya monte ettiği antene bağladı.

The conquest of İstanbul antedates the discovery of America. - İstanbul'un fethi, Amerika'nın keşfinden önce gelir.

ön
front; foreground; face; breast, chest; the future; front, foremost, forward; fore; prior; preparatory, preliminary; anterior, frontal
ön
space in front (of)
ön
precursory
ön
front; foremost; preliminary
ön
windshield

I saw Tom through the windshield. - Arabanın ön camından Tom'u gördüm.

Should I clean your windshield? - Ön camını temizlemem gerekiyor mu?

ön
windscreen
ön
advance

It would be to your advantage to prepare questions in advance. - Soruları önceden hazırlamak senin yararına olur.

Please inform me of your absence in advance. - Lütfen yokluğunuzu önceden bana bildiriniz.

التركية - التركية

تعريف önden في التركية التركية القاموس.

Ön
(Osmanlı Dönemi) KUDDAMÎ
ön
Bir kimsenin ilerisi: "Bir aralık önümüzden şarkı sesleri geldi."- S. F. Abasıyanık
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzü, arka karşıtı: "Beş on kişi, köşkün önünde toplandık."- M. Ş. Esendal
ön
Bir kimsenin ilerisi
ön
Giyeceklerin genellikle göğsü örten bölümü: "Uçuk siyah renkli çarşaf pelerinin önü açık."- P. Safa
ön
Civar, yöre
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzü, arka karşıtı
ön
Giyeceklerin genellikle göğsü örten bölümü
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzünün baktığı yer, karşı: "Altmış yaşında anamın önünde sigara içmek istemezdim."- B. Felek
ön
Bazı kelimelerin başına getirilerek kelimenin anlamına "önce olan" veya "ilk kavramı" katar
ön
Benzerler arasında bakılan veya gidilen yönde olan: "Ben, Anafartalar'da Mustafa Kemal'in bulunduğu en ön siperlerde de kurşun attım."- A. Gündüz
ön
Yakın gelecek zaman
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzünün baktığı yer, karşı
ön
Benzerler arasında bakılan veya gidilen yönde olan
ön
pişigah
önden
المفضلات