çok-

listen to the pronunciation of çok-
التركية - الإنجليزية
multifaith
feeling an affinity with aspects of more than one religion, philosophy or world-view, and to believe that no one is superior to the others
{s} between individuals of different faiths
pek çok
very much

We didn't talk very much. - Biz pek çok konuşmadık.

çok yönlü
versatile

Tom is quite versatile, isn't he? - Tom oldukça çok yönlü, değil mi?

Tom is a versatile kid. - Tom çok yönlü bir çocuk.

çok
much

I was much frightened at the sight. - Ben görünce çok korktum.

I like coffee much more than tea. - Kahveyi çaydan daha çok seviyorum.

çok önemli
(Hukuk) crucial

Tom made a crucial mistake. - Tom çok önemli bir hata yaptı.

Mental strength is crucial for success in any sports. - Zihinsel güç herhangi bir sporda başarı için çok önemlidir.

en çok
most

It isn't a surprise that English is the world's most spoken language. - Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.

Windows is the most used operating system in the world. - Dünyada en çok kullanılan işletim sistemi Windows'tur.

çok fazla
too much

If you eat too much you will become fat. - Çok fazla yersen şişmanlarsın.

It is dangerous to drink too much. - Çok fazla içmek tehlikelidir.

çok korkutmak
terrify
az çok
more or less

Do not be shy. Your pronunciation is more or less correct. - Utanma. Telaffuzun az çok doğru.

Tom was able to live a more or less normal life after the operation. - Tom operasyondan sonra az çok normal bir hayat yaşayabildi.

çok önemli
vital

Your help is vital to the success of our plan. - Senin yardımın planımızın başarısı için çok önemlidir.

She's vital to the mission. - O görev için çok önemlidir.

çok
many

Indonesia consists of many islands and two peninsulas. - Endonezya çok fazla adadan ve iki yarımadadan oluşur.

The accident has caused many deaths. - Kaza çok fazla ölüme neden oldu.

çok
very

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

çok komik
very funny

That was very funny. Do it again! - Bu çok komikti. Tekrar yap!

I think that was very funny. - Sanırım o çok komikti.

çok-boyutlu
(Bilgisayar) multidimensional
çok
so
çok istemek
crave
çok
fair

Tom became fairly fluent in French after about three years of intense study. - Yaklaşık üç yıl süren yoğun çalışmadan sonra Tom Fransızcada çok akıcı oldu.

That's not very fair, is it? - Bu çok adil değil, değil mi?

çok
too

It's good now; neither too heavy nor too light. - O şimdi iyi; ne çok ağır ne de çok hafif.

I have too much homework today. - Bugün, çok fazla ödevim var.

çok
good

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

I hear he is good at mahjong. - Onun Mahjong'da çok iyi olduğunu duydum.

çok çirkin
outrageous

What Tom said was outrageous. - Tom'un söylediği çok çirkindi.

çok
such

Thank you very much for sending me such a nice present. - Bana böyle hoş bir hediye gönderdiğin için çok teşekkür ederim.

You do such a thing once too often and get punished. - Öylesine bir şeyi bir kez çok sık yaparsın ve cezalandırılırsın.

en çok
maximum
çok
big

This park is pretty big; it has a lot of trees and many flowers. - Park oldukça büyüktür; Çok sayıda ağaçları ve çok sayıda çiçekleri vardır.

Those shadows appeared in a way like giant dinosaurs, with a long neck and a very big jaw without teeth. - Bir bakıma uzun boyunlu ve dişsiz çok büyük çenesi olan dev dinozorlar gibi şu görüntüler ortaya çıktı.

çok istenen şey
prize
çok miktar
muckle
çok soğuk
freezing

It's freezing in here. - Burada hava çok soğuk.

It's freezing out here. - Burada dışarısı çok soğuk.

çok yaşa
bless you!
çok
affluent
çok
ample
çok
a lot

I'm feeling a lot better. - Çok daha iyi hissediyorum.

What a lot of books he has! - Onun ne de çok kitabı var!

çok
abundant

Very large windows assure abundant natural daylight. - Çok büyük pencereler bol doğal gün ışığı sağlar.

Oil is abundant in that country. - Şu ülkede petrol çoktur.

padişahım çok yaşa
Long live the sultan
çok
plenty

As a new father, I gave my first child plenty of books. - Yeni bir baba olarak, ben ilk çocuğuma pek çok kitap verdim.

Tom had plenty of chances to apologize, but he didn't. - Tom'un özür dilemek için çok fırsatı vardı, ama bunu yapmadı.

çok
{s} tidy

I don't have much time to tidy. - Toparlanmak için çok zamanım yok.

You're not very tidy. - Sen çok düzenli değilsin.

az çok
somewhat
az çok
moderately
daha çok
mostly

This substance is mostly composed of hydrogen and oxygen. - Bu madde, daha çok hidrojen ve oksijenden oluşur.

daha çok parlamak
outshine
en çok
chiefly

This book is chiefly concerned with the effects of secondhand smoking. - Bu kitap en çok pasif içiciliğin etkileriyle ilgilenmektedir.

en çok
most, at (the) most
güzelok)
beautiful
oldukça çok
a great deal

It would mean a great deal to me. - Bu benim için oldukça çok şey ifade ederdi.

Tom reads a great deal. - Tom oldukça çok okur.

pek çok
voluminous
çok
dead

I am dead tired from walking around all day. - Bütün gün yürümekten çok yoruldum.

I'm not sure, but perhaps Tom is already dead. - Emin değilim ama belki de Tom çoktan öldü.

çok
countless

Countless stars were twinkling in the sky. - Gökyüzünde çok sayıda yıldız parlıyordu.

I've been to Boston countless times. - Pek çok kez Boston'a gittim.

çok
helluva
çok
plenteous
çok
exuberant

I was very exuberant. - Ben çok hayat doluydum.

çok
lavish

Tom lives a very lavish lifestyle. - Tom çok savurgan bir yaşam tarzı sürdürüyor.

çok
lots of

Listening to music is lots of fun. - Müzik dinlemek çok eğlenceli.

In Venice, there are always lots of tourists. - Venedik'te her zaman çok turist vardır.

çok
abounding
çok
so much

Don't worry about money so much. - Para için o kadar çok kaygılanma.

What happened to make you laugh so much? - Sizi çok güldürecek ne oldu?

çok
numerous

The king had numerous illegitimate children with her. - Kralın ondan çok sayıda gayrımeşru çocuğu vardı.

When I went into his room, he showed me the numerous trophies he had won during the twenty years he had played golf. - Onun odasına girdiğimde, golf oynadığı yirmi yıl süresince kazandığı çok sayıda kupayı bana gösterdi.

çok
piping
çok
hearty
çok
{i} Lot

She likes her school a lot. - O okulunu çok seviyor.

Japan consumes a lot of paper. - Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir.

çok
{s} precise

He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise. - O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.

çok az
slightly

Tom sounded slightly jealous. - Tom çok az kıskanç görünüyordu.

I'm slightly worried about Tom. - Tom hakkında çok az endişeliyim.

çok büyük sayıda
myriad
çok daha fazla
much more
çok dikkatli
meticulous
çok dil bilen
multilingual
çok etkili şey
blockbuster
çok geçmeden
before long

I hope the bus will come before long. - Umarım otobüs çok geçmeden gelir.

The ship from New York will arrive before long. - New York'tan gelen gemi çok geçmeden gelecek.

çok hücreli
multicellular
çok ince kumaş
zephyr
çok istemek
aspire
çok istemek
covet
çok kötü
terrible

Is it really so terrible? - O gerçekten çok kötü mü?

Smoking is terrible for your health. - Sigara içmek sağlığınız için çok kötüdür.

çok kötü
(Gıda) very bad

His behavior, as I remember, was very bad. - Onun davranışı, benim hatırladığım gibi, çok kötüydü.

Tom has a very bad reputation around town. - Tom şehrin civarında çok kötü bir üne sahiptir.

çok kötü durumda
at a low ebb
çok yaşa
God bless you
çok yaşa
viva
çok yönlü
well-rounded

Tom is a well-rounded person. - Tom çok yönlü bir kişi.

Tom is a well-rounded individual. - Tom çok yönlü bir birey.

çok yıllık
perennial
çok zayıf
skinny

Why are you so skinny? - Neden bu kadar çok zayıfsın?

çok çalıştırmak
overwork
çok ısınmak
overheat
daha çok
more

I love you more than him. - Seni ondan daha çok seviyorum.

I like coffee much more than tea. - Kahveyi çaydan daha çok seviyorum.

çok
deadly

Layla was a very deadly woman. - Leyla çok ölümcül bir kadındı.

çok
like hell
çok
heavy

The bag was too heavy for me to carry by myself. - Çanta benim tek başıma taşıyamayacağım kadar çok ağırdı.

It's good now; neither too heavy nor too light. - O şimdi iyi; ne çok ağır ne de çok hafif.

çok
bloody
çok
plentiful

A buyers' market is a market in which goods are plentiful, buyers have a wide range of choices, and prices are low. - Bir alıcı piyasası malların bol olduğu, alıcıların çok çeşitli seçimlere sahip olduğu, ve fiyatların düşük olduğu bir piyasadır.

çok
innumerable
çok
awful

There are very few shops and the cinema is awful. - Burada çok az mağaza var ve sinema da korkunç.

That looks like an awful lot for two people. - Bu, iki kişi için oldukça çok şey gibi görünüyor.

çok
sorely
çok giyilmiş
worn
çok güzel kız
peach
çok
hell of
çok
badly

I am very much surprised to hear that he got badly injured in a motorcar accident. - Ben onun bir otomobil kazasında kötü yaralandığını duyunca çok şaşırdım.

It would be unfair if we treated him so badly. - Biz ona çok kötü davranırsak, haksızlık olur.

(pek) çok
far
(pek) çok
plenty
-i çok özlemek
hunger for
ahlak açısından çok titiz
squeamish
birden çok
multiple

Tom claimed that his father had raped him on multiple occasions. - Tom babasının birden çok kez ona tecavüz ettiğini iddia etti.

Tom was shot multiple times. - Tom birden çok kez vuruldu.

birden çok
poly-
birden çok
multi

I prefer learning multiple languages at the same time. - Aynı anda birden çok dil öğrenmeyi tercih ediyorum.

Tom claimed that his father had raped him on multiple occasions. - Tom babasının birden çok kez ona tecavüz ettiğini iddia etti.

birden çok bağlantı
(Bilgisayar) multilink
birden çok dil
(Bilgisayar) multilingual
birden çok kullanıcı
(Bilgisayar) multiple users
birden çok olan
(Ticaret) multiple
birden çok yavru doğurmak
litter
bire çok
(Bilgisayar) one to many
bolok)
copious
dahaok)
more
daha çok
superior
daha çok
any more

I don't like him any more than he likes me. - Ben onu onun beni sevdiğinden daha çok sevmiyorum.

I don't like it any more than you do. - Onu senden daha çok sevmiyorum.

daha çok
mainly

Experts say coffee prices are rising mainly because people are willing to pay more. - Uzmanlar, insanlar daha fazla ödemeye istekli olduğu için kahve fiyatlarının daha çok arttığını söylüyorlar.

I got together with her mainly because we seemed to share the same feelings about things. - Daha çok şeyler hakkında aynı hisleri paylaşıyor gibi göründüğümüzden onunla anlaşmaya vardım.

daha çok
further

Apply to the office for further details. - Daha çok bilgi için ofise başvurun.

His new job further separates him from his family. - Onun yeni işi onu ailesinden daha çok ayırıyor.

daha çok
better

I like vocal music better than instrumental music. - Ben vokal müziği enstrümantal müzikten daha çok severim.

I like coffee better. - Ben kahveyi daha çok severim.

daha çok
more of a

Tom is more of a singer than a guitarist. - Tom bir gitaristten daha çok birşarkıcıdır.

devasa ve çok çirkin
monstrous
devasa ve çok çirkin şey
monstrosity
hayat çok kısa
life is too short
kendinden çok emin
self-assertive
kendine çok güvenen
self-assertive
mümkün olduğu kadar çok
as much as possible
nazik ve çok anlayışlı
tactful
pek çok
plenty

As a new father, I gave my first child plenty of books. - Yeni bir baba olarak, ben ilk çocuğuma pek çok kitap verdim.

There's plenty of stuff left. - Kalan pek çok şey var.

pek çok
a raft of
pek çok
no end
pek çok
plenty of

There's plenty of stuff left. - Kalan pek çok şey var.

I know that plenty of guys want to go out with you. - Pek çok çocuğun seninle dışarı çıkmak istediğini biliyorum.

pek çok
most

Most snakes on this island are harmless. - Bu adadaki pek çok yılan zararsızdır.

What do most young Italian girls spend their time doing? - Pek çok genç İtalyan kızı zamanlarını ne yaparak geçiriyor?

pek çok
greatly
pek çok
a areal quantity of
pek çok
copious
pek çok
a good number of
pek çok
enormously
pek çok
a great deal of

I have a great deal of work to do. - Yapacak pek çok işim var.

pek çok
a good deal
pek çok
countless

I've been to Boston countless times. - Pek çok kez Boston'a gittim.

Countless lives have been lost. - Pek çok hayat kayboldu.

pek çok
(Konuşma Dili) a whole lot of

Tom doesn't have a whole lot of time. - Tom'un pek çok zamanı yoktu.

This doesn't make a whole lot of sense. - Bu pek çok anlam ifade etmiyor.

pek çok
multitudinous
pek çok
too much

Lots of children in industrialised countries are too fat because they eat too much candy. - Endüstrileşmiş ülkelerdeki pek çok çocuk çok fazla şeker yemesi nedeniyle çok şişman.

pek çok
highly
pek çok
a world of
pek çok
galore
pek çok
a whole of
pek çok
a spate of
pek çok
far
pek çok
vast
pek çok
numerous
pek çok
deluge
pek çok defa
quite a bit
pek çok defa
quite a lot
pek çok işe yarayan
all-purpose
pek çok ve çeşitli
manifold
pek çok yeteneği olan
all-around
seni çok seviyorum
i love you so much
seni çok seviyorum
i love you very much
seni çok özledim
i miss you so much
seni çok özledim
i miss you very much
yeteri kadar çok
substantially
yıldızı çok olan
starry
çok
thick on the ground
çok
multi-

New York is a multi-racial city. - New York çok ırklı bir şehirdir.

The multi-talented kid speaks 5 languages and plays 6 musical instruments. - Çok yetenekli çocuk 5 dil konuşuyor ve 6 müzik aleti çalıyor.

çok
most

There were many guests - most of them were our teacher's classmates and friends. - Çok sayıda misafir vardı-onlardan çoğu bizim öğretmenin sınıf arkadaşları ve arkadaşlarıydı.

Windows is the most used operating system in the world. - Dünyada en çok kullanılan işletim sistemi Windows'tur.

çok
unduly
çok
hard

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

Praise stimulates students to work hard. - Övgü öğrencileri çok çalışmaya teşvik eder.

çok
extensive

The damage is too extensive. - Zarar çok geniş çaplıdır.

çok
a good deal

She spent a good deal of money on her vacation. - O, tatiline çok para harcadı.

We learn a good deal at school. - Biz okulda çok şey öğrendik.

çok
numerously
çok
manifold
çok
jelly

Tom ate too many jelly donuts. - Tom çok sayıda jöleli börek yedi.

I like grape jelly best. - En çok üzüm jölesinden hoşlanırım.

çok
a raft of
çok
profoundly
çok
sore

If you eat too much of this food, you may get a sore throat. - Bu yiyeceği çok fazla yersen boğazın ağlayabilir.

I have a sore throat because of too much smoking. - Çok fazla sigara içtiğim için boğazım ağrıyor.

çok
bounteous
çok
by far

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha fazla ilginç.

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha ilginç.

çok
a great many

There were a great many boys and girls in the park. - Parkta çok sayıda erkek ve kız vardı.

A perfect knowledge of a few writers and a few subjects is more valuable than a superficial one of a great many. - Birkaç yazar ve birkaç konuyla ilgili mükemmel bir bilgi birçoklarıyla ilgili yüzeysel olan birinden çok daha değerlidir.

çok
exceedingly
çok
a great number of

A great number of students battled for freedom of speech. - Çok sayıda öğrenci konuşma özgürlüğü için savaştı.

As a result of the war, a great number of victims remained. - Savaşın bir sonucu olarak, çok sayıda mağdur kaldı.

çok
myriad

There are a myriad of meats at the deli on the corner of Fifth and Harvey Street. - Beşinci Cadde ve Harvey Caddesinin köşesindeki şarküteride çok et vardır.

çok
substantially
çok
(Argo) heaps
çok
dearly

Tom loved his mother dearly. - Tom annesini çok sevdi.

çok
horrible

I hate Sunday! It's a horrible day! - Pazar gününden nefret ediyorum! Çok kötü bir gün!

This medicine tastes horrible. - Bu ilacın tadı çok kötü.

çok
eminently
çok
tremendously

It hurts tremendously here. - Burası çok fazla ağrıyor.

You speak tremendously fast. - Çok hızlı konuşuyorsun.

çok
teem
çok
high

Although the pressure of studying at the University of Cambridge is very high, many students still have time to go out and have fun. - Cambridge Üniversitesi'nde öğrenim zorluğu çok yüksek olmasına rağmen, çok sayıda öğrencinin hâlâ dışarı çıkmak ve eğlenmek için zamanı var.

It's high time you had a haircut. - Saç tıraşı olmanın zamanı çoktan geldi.

çok
whaling
çok
extreme

Difference between the past, present, and future is nothing but an extremely widespread illusion. - Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ayrım sadece çok yaygın yanılsamadan başka bir şey değildir.

We rejected Tom's suggestion as too extreme. - Biz Tom'un önerisini çok aşırı olarak reddettik.

çok
uncommonly
çok
(Denizbilim) multy
çok
multiple

Tom gave Mary some advice on how to pass multiple-choice tests. - Tom Mary'ye çoktan seçmeli testleri nasıl geçeği konusunda biraz tavsiye verdi.

The test was multiple choice. - Test çoktan seçmeliydi.

çok
round

It is very cold here all the year round. - Bütün yıl boyunca burada hava çok soğuk.

He works hard all the year round. - Bütün yıl çok sıkı çalışır.

çok
in earnest

It began to rain in earnest. - Çok yağmur yağmaya başladı.

çok
killing
çok
long

It won't be long before he returns home. - O çok geçmeden eve döner.

He began by saying that he would not speak very long. - O, çok uzun konuşmayacağını söyleyerek başladı.

çok
far

Jane's farewell speech made us very sad. - Jane'in veda konuşması bizi çok üzdü.

Jon is far more attractive than Tom. - Jon, Tom'dan çok daha çekicidir.

çok
extremely

You seem to be extremely lazy. - Çok tembel görünüyorsun.

Tom is extremely sophisticated. - Ton son derece çok bilmiş.

çok
several

Several companies are competing to gain the contract. - Çok sayıda şirket sözleşmeyi kazanmak için yarışıyor.

Several slight shocks followed the earthquake. - Depremi çok sayıda hafif şoklar izledi.

çok
a world of

A good night's sleep will do you a world of good. - İyi bir gece uykusu sana çok iyi gelecek.

çok
darned
çok
infinitely

Life would be infinitely happier if we could only be born at the age of eighty and gradually approach eighteen. - Sadece seksen yaşında doğabilseydik ve yavaş yavaş on sekiz yaşına varabilseydik, yaşamımız çok daha mutlu olurdu.

I have much studied both cats and philosophers. The wisdom of cats is infinitely superior. - Hem kedileri hem de filozofları çok inceledim. Kedilerin bilgeliği son derece üstündür.

çok
uprising

The uprising was brutally suppressed. - İsyan çok sert bir biçimde bastırıldı.

çok
abysmal
çok
along with a lot
çok
right

You may be right, but we have a slightly different opinion. - Haklı olabilirsin, ama bizim çok az farklı bir görüşümüz var.

Tom doesn't feel much like talking right now. - Tom'un şu anda konuşmayı canı çok istemiyor.

çok
per-
çok dar (giysi)
skintight
çok derin deniz
abyssal
çok düzenli
precisely
çok düzenli
smoothly
çok düzenli
like clockwork
çok düzenli bir şekilde
in apple-pie order
çok geç
at all hours
çok geç
too late

The British acted too late. - İngilizler çok geç davrandı.

It is never too late to learn. - Öğrenmek için asla çok geç değildir.

çok geç olmadan
before it's too late
çok güvenilir
as good as gold
çok güvenmek
swear by
çok güzel
admirable
çok güzel
very good

Your handwriting is very good. - Senin el yazın çok güzel.

Very good! You did an excellent job. - Çok güzel!Çok başarılı bir iş çıkardın.

çok güzel
terrific
çok güzel
spiffy
çok güzel
very beautiful

Do you think that brown hair is very beautiful? - Kahverengi saçın çok güzel olduğunu düşünüyor musun?

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

التركية - التركية

تعريف çok- في التركية التركية القاموس.

çok
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı: "Bana matematik çok kolay geldi."- F. R. Atay
Çok
(Osmanlı Dönemi) UKAMİS
Çok
fena
Çok
deste
Çok
(Osmanlı Dönemi) UBR
Çok
geniş

New York'un caddeleri çok geniştir. - New York'un caddeleri çok geniş.

New York'un caddeleri çok geniş. - New York'un caddeleri çok geniştir.

Çok
düzine
Çok
(Osmanlı Dönemi) HUFAL
Çok
(Osmanlı Dönemi) NİHAYET
çok
Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir: "Sanırım ki anamı daha çok severim."- M. Ş. Esendal
çok
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı
çok
Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir
çok
molto
çok
piu
çok
(Osmanlı Dönemi) kesîr
çok çok
En çok, en son, olsa olsa
الإنجليزية - التركية

تعريف çok- في الإنجليزية التركية القاموس.

çok programlı lise
Multi-programme high school
çok-
المفضلات