Britain was in no hurry to agree on a peace treaty.
- Bir barış anlaşması üzerinde anlaşmak için İngiltere'nin hiç acelesi yoktu.
It is useless to try to persuade him to agree.
- Anlaşmak için onu ikna etmeye çalışmak işe yaramaz.
Tom is very easy to get along with.
- Tom'la anlaşmak çok kolay.
Tom is very easy to get along with.
- Tom'la anlaşmak çok kolay.
Britain was in no hurry to agree on a peace treaty.
- Bir barış anlaşması üzerinde anlaşmak için İngiltere'nin hiç acelesi yoktu.
I've got to agree with Tom on this one.
- Bu konuda Tom'la anlaşmak zorunda kaldık.
Tom is very easy to get along with.
- Tom'la anlaşmak çok kolay.
We hope to come to an accord with them about arms reduction.
- Biz silah azaltma konusunda onlarla anlaşmak istiyoruz.
I've got to agree with Tom on this one.
- Bu konuda Tom'la anlaşmak zorunda kaldık.
I have to agree with Tom on this one.
- Bu konuda Tom'la anlaşmak zorunda kaldık.
It's not a big deal. Don't worry about it.
- Bu büyük bir anlaşma değil. Onun hakkında endişelenme.
Maybe we can make a deal.
- Belki de bir anlaşma yapabiliriz.
She took what he said as meaning agreement.
- O, onun söylediğini anlaşma olarak aldı.
You really should get this agreement down in writing.
- Gerçekten bu anlaşmayı yazılı olarak kayıt altına almanız gerekir.
These disputes between the two nations should be solved in accordance with international law.
- İki ülke arasındaki bu anlaşmazlıklar, uluslararası hukuka uygun olarak çözülmelidir.
In accordance with our agreement, he stopped asking me personal questions.
- Bizim anlaşma uyarınca o bana kişisel sorular sormaya son verdi.
The two countries came to a political settlement over this dispute.
- İki ülke bu ihtilaf üzerine politik bir anlaşmaya vardı.
The two countries will negotiate a settlement to the crisis.
- İki ülke kriz için bir anlaşma görüşecekler.
He was made to sign the contract against his will.
- Anlaşmayı cebren imzaladı.
The details of the agreement are set forth in the contract.
- Anlaşmanın ayrıntıları sözleşmede belirtilir.
We made arrangements to meet at 6 p.m. on Monday.
- Biz Pazartesi günü saat akşam 6'da buluşmak için anlaşma yaptık.
We've come to an arrangement.
- Biz bir anlaşmaya vardık.
Attempts to negotiate a peace treaty failed.
- Barış anlaşması görüşme girişimleri başarısız oldu.
The two countries will negotiate a settlement to the crisis.
- İki ülke kriz için bir anlaşma görüşecekler.
We've come to an arrangement.
- Biz bir anlaşmaya vardık.
We made arrangements to meet at 6 p.m. on Monday.
- Biz Pazartesi günü saat akşam 6'da buluşmak için anlaşma yaptık.
Tom and I usually agree with each other.
- Tom ve ben genellikle birbirlerimizle anlaşırız.
I have to agree with Tom on this one.
- Bu konuda Tom'la anlaşmak zorunda kaldık.
In accordance with our agreement, he stopped asking me personal questions.
- Bizim anlaşma uyarınca o bana kişisel sorular sormaya son verdi.
These disputes between the two nations should be solved in accordance with international law.
- İki ülke arasındaki bu anlaşmazlıklar, uluslararası hukuka uygun olarak çözülmelidir.
The treaty gave the United States a canal zone.
- Anlaşma, Amerika Birleşik Devletleri'ne bir kanal bölgesi verdi.
The treaty made Texas independent.
- Anlaşma Texas'ı bağımsız hale getirdi.
After much negotiation, the two sides in the dispute reached a compromise.
- Görüşmelerden sonra iki taraf, anlaşmazlık konusunda bir uzlaşmaya vardılar.
Was the Missouri Compromise legal?
- Missouri Anlaşması yasal mı?
Tom and I made a pact.
- Tom ve ben bir anlaşma yaptık.
Tom and I made a bargain.
- Tom ve ben anlaşmaya vardık.
You made a bargain with us.
- Bizimle anlaşmaya vardın.
I thought we had an understanding.
- Bir anlaşmamız olduğunu düşündüm.
They came to an understanding.
- Onlar bir anlaşmaya vardı.