Select Keyboard: Türkçe ▾ X
| ||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|---|
|
Diğer tüm diller Uygurca'dan daha kolaydır.
- All the other languages are easier than Uighur.
Bebek tüm gece ağladı.
- The baby cried all night.
Para bütün kötülüğün köküdür.
- Money is the root of all evil.
Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.
- If it rains tomorrow, I will stay at home all day.
Bill her zaman dürüsttür.
- Bill is honest all the time.
Parlayan her şey altın değildir.
- All that glitters is not gold.
Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek.
- All those who take up the sword shall perish by the sword.
Onların hepsi lezzetliydi!
- All of it was delicious!
Aşkta ve savaşta her şey adildir.
- All's fair in love and war.
Yapmanız gereken her şey bu evrakı imzalamaktır.
- All you have to do is sign this paper.
Herkes onun hatasına güldü.
- They all laughed at his error.
O tartışma bir zamanlar karara bağlandı ve herkes için.
- That dispute has been settled once and for all.
Özellikle Amerika'yı ziyaret etmek istiyorum.
- I'd like to visit America most of all.
Tom'un tüm isimlerimizi hatırlayabilmesinden özellikle etkilendim.
- I'm particularly impressed that Tom could remember all of our names.
Bunu yapmak zorundasın, tıpkı hepimizin yaptığı gibi.
- You have to do it, just like we all do.
Bu giysinin içinde tıpkı bir sporcu gibi görünüyorum fakat gerçek şu ki hiç spor yapmam.
- I look for all the world like an athlete in this outfit, but the truth is I don't do any sports at all.
Bütün bu gereksiz tekrarla zamanını boşa harcıyorsun bu yüzden bize uzun soluklu bir açıklama yap.
- You're wasting your time with all this needless repetition so spare us the long-winded explanation.
Ebeveynlerim Tom'u tekrar görmem için bana izin vermedi.
- My parents didn't allow me to see Tom again.
Tepe tamamen karla kaplıydı.
- The hill was all covered with snow.
Tom tamamen bitkindi.
- Tom was all worn out.
Ben dünyadaki tüm kuşların efendisiyim ve sadece düdüğüme üflemek zorundayım ve her biri bana gelecektir.
- I am master of all the birds in the world, and have only to blow my whistle and every one will come to me.
Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
- I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
O tümüyle siyah giyindi.
- She was dressed all in black.
O özbeöz Amerikalı bir adamla evlenmek istedi.
- She wanted to marry an all-American man.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
O tümüyle siyah giyindi.
- She was dressed all in black.
Tom büsbütün o kadar kötü olamaz.
- Tom can't be all that bad.
Tüm İngilizce sözcüklerin %80'i diğer dillerden gelmiştir.
- 80% of all English words come from other languages.
Futbol takımımız kasabadaki diğer takımların tümünü yendi.
- Our soccer team beat all the other teams in the town.
Sami, Leyla'nın bütün sorularını saf saf yanıtladı.
- Sami naively answered all of Layla's questions.
Kuşun tüyleri tamamen saf altındı.
- The bird's feathers were all of pure gold.
Sen bir dört yaşında çocuğu bütünüyle yalnız nasıl bırakabildin?
- How could you leave a four-year-old child all alone?
Zevk bütünüyle benim.
- The pleasure's all mine.
Tom tüm hayatı boyunca şanslıydı.
- Tom has been lucky all his life.
Tüm hayatı boyunca o kasabada yaşadı.
- She lived all her life in that town.
O hepimizin en ağırıdır.
- He is the heaviest of us all.
O hepimiz için kahve yaptı.
- She made coffee for all of us.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
Tüm yapmanız gereken bu cümleyi ezbere öğrenmek.
- All you have to do is to learn this sentence by heart.
I'm all for people being able to edit this dictionary.
You’ve got it all wrong.
The score was 30 all when the rain delay started.
All my friends like classical music.
Don't want to go? All the better since I lost the tickets.
Some gave all they had.
He lost everything he owned.
- He lost all his belongings.
Everything all right?
- Is everything all right?
She gave her all, and collapsed at the finish line.
she therefore ordered Jenny to pack up her alls and begone, for that she was determined she should not sleep that night within her walls.
He ate the whole apple.
- He ate all of the apple.
I was in Boston for almost the whole summer.
- I was in Boston almost all summer.
Everyone makes mistakes.
- All men are fallible.
Everyone in his family is tall.
- His family members are all tall.
Tom disregarded Mary's advice completely.
- Tom ignored all of Mary's warnings.
That doesn't make any sense.
- That makes no sense at all.
We didn't see any children at all.
- We did not see any children at all.
... Iowa is all for it, providing tax breaks (ph) to help this work and Governor Romney says ...
... So thank you all for participating in this. ...