Leyla ve Sami yaşlı ve kırışmıştılar.
- Layla and Sami aged up and wrinkled up.
Leyla ve Sami'nin ikisi de yaşlıdırlar.
- Layla and Sami have both aged up.
Bakım onu çabuk yaşlandırdı.
- Care aged him quickly.
Endişeler onu hızla yaşlandırdı.
- Worries aged him rapidly.
Fadıl, 76 yaşında doğal nedenlerden dolayı hapishanede öldü.
- Fadil died in prison, aged 76, of natural causes.
O, on yedi yaşındadır.
- She is aged seventeen.
Eğer İskoçya'dan gelmiyorsa ve en az on iki yıl eskitilmediyse o zaman o, viski değildir.
- If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky.
Senin yaşında bir oğlu var.
- He has a son of your age.
Onun kız yeğeni çekici ve yaşına göre olgundur.
- His niece is attractive and mature for her age.
Biz genellikle, bizimkinin aslında trajik bir çağ olduğunun söylenildiğini duyuyoruz.
- We often hear it said that ours is essentially a tragic age.
Bu bilgi çağıdır, ve bilgisayarlar günlük hayatımızda gittikçe önemli rol oynuyorlar.
- This is the age of information, and computers are playing an increasingly important role in our everyday life.
Senelerce Tom'u görmedim.
- I haven't seen Tom in ages.
Eğer İskoçya'dan gelmiyorsa ve en az on iki yıl eskitilmediyse o zaman o, viski değildir.
- If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky.
Tom her zaman bir kadına yaşını asla sormamayı bir kural olarak benimser.
- Tom always makes it a rule never to ask a woman her age.
Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
- All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
Nükleer enerjinin dönemi henüz bitmedi.
- The age of nuclear power is not yet over.
Henry bu mart ayında rüştünü ispatlayacak.
- Henry will come of age this March.
İki yıl önce yaşlılıktan öldü.
- He died of old age two years ago.
Yaşlılık günlerim için para tasarruf ediyorum.
- I'm saving money for my old age.
Çok uzun zamandır tavla oynamadım.
- I haven't played backgammon in ages.
Bunu çok uzun zamandır yapmadım.
- I haven't done this in ages.
Tom biraz yaşlanmadı.
- Tom hasn't aged one bit.
Bakım onu çabuk yaşlandırdı.
- Care aged him quickly.
Orta yaşlı adam tecavüz ile suçlandı.
- The middle aged man was charged with assault.
O, orta yaşlı şişman bir kadındır.
- She's a middle-aged fat woman.
Orta yaşlı kadınlar yol boyunca yüksek sesle konuşmaya devam ettiler.
- The middle-aged women kept talking loudly all the way.
Eğer İskoçya'dan gelmiyorsa ve en az on iki yıl eskitilmediyse o zaman o, viski değildir.
- If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky.
Yaşlanmak iyi değildir ama alternatifi daha iyi değildir.
- Ageing isn't good, but the alternative is no better.
Yaşlanmaktan kaçamazsın.
- You can't run away from age.
O reşit olmadan önce öldü.
- She died before coming of age.
Aged 18, he had no idea what would happen next.
Money's a little tight right now, let's age our bills for a week or so.
Sometimes age just shows up all by itself.
He grew fat as he aged.
Grief ages us.
One his first assignments was to age the accounts receivable.
There are three ages living in her house.
It's been a long time since we last saw each other.
- It's been quite ages since we last met.
It's been a long time since we last saw each other.
- It's been ages since we last met.
... So the lowest bar is for people aged zero to four with males on the left and females ...
... falsify, while if you're a middle-aged admin assistant, you merely get written up by HR ...