Onun işlerine karışmayın.
- Don't meddle in his affairs.
Öldüğün zaman, senin işlerine ben bakacağım.
- I'll look after your affairs when you are dead.
Diğer insanların işlerine karışmaya hakkın yoktur.
- You have no right to interfere in other people's affairs.
Öldüğün zaman, senin işlerine ben bakacağım.
- I'll look after your affairs when you are dead.
Bütün bu mesele bana bir baş ağrısı veriyor.
- This whole affair is giving me a headache.
Onun mesele ile ilgisi olmadığını anlıyor musun?
- Do you think she has nothing to do with the affair?
Korku değil, umut insan ilişkilerinde yaratıcı ilkedir.
- Hope, not fear, is the creative principle in human affairs.
O tek-taraflı bir aşk ilişkisiydi.
- It was a one-sided love affair.
Bir ankete göre, insanların beşte üçü uluslararası konulara ilgisiz.
- According to a survey, three in five people today are indifferent to foreign affairs.
Olay hakkında konuşmak istemiyor musun?
- Don't you want to talk about the affair?
Çok ihtiraslı bir aşk macerasıydı.
- It was a very passionate love affair.
Japon Diş Hekimleri Birliği sorunu Japon Diş Hekimleri Birliğinden LDP ye ait olan Diyet üyelerine yapılan gizli bağışlarla ilgili bir olaydır.
- The Japanese Dentists Association affair is an incident concerning secret donations from the Japanese Dentists Association to Diet members belonging to the LDP.
Yeni bir sorun polis yönetimini tahrik ediyor.
- A new affair is agitating the police administration.
O, Japonya'nın içişleri hakkında iyi bir bilgiye sahip.
- He has a good knowledge of the internal affairs of Japan.
Hiçbir ülkenin başka bir ülkenin içişlerine müdahale etmemesi gerekir.
- No country should interfere in another country's internal affairs.
You know, Captain Raydor, I could probably be much more helpful with your Internal Affairs investigation.
Onlar olayı araştıracak.
- They are going to investigate the affair.
O, olaya karıştığını inkar etti.
- He denied having been involved in the affair.
Dış ilişkiler hakkında çok şey bilir.
- He knows a lot about foreign affairs.
Böyle bir duruma göz yummayacağım.
- I will not tolerate such a state of affairs.
Bu üzücü bir durumdur.
- This is a deplorable state of affairs.
Call girls, drugs and Ugandan affairs shook cabinet.
He used a hook-shaped affair with a long handle to unlock the car.
a difficult affair to manage.
The judge gave him ten days to get his affairs in order before beginning his sentence.
The judge gave him ten days to put his affairs in order before beginning his sentence.
His uncooperative attitude creates a difficult state of affairs for all of us.